Eniştem beni niye öptü?

Dört yıl boyunca aralıklı gelen göç dalgalarıyla şu an Türkiye’deki Suriyeli mülteci sayısı iki buçuk milyona yaklaştı. Ürdün, Lübnan ve Türkiye gibi çevre ülkelerde barınamayan bir kısım mültecinin daha iyi bir hayat umuduyla Avrupa’ya göç etmeye başlamasıyla dünyada görünür hale geldiler. İşte o zaman Avrupa için bu durum bir “soruna” dönüştü.

İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyanın gördüğü en büyük göç dalgası, işin ucu Avrupa’ya dokununca hatırlanır oldu. Avrupa denince de akla ilk gelen ülke olan Almanya’nın başbakanı Merkel, Türkiye ile bu sorunu çözmek için masaya oturdu. Seçim arifesine, Ankara Katliamı sonrasına denk düşen ziyaretin zamansızlığı başta Türkiye ve Almanya’da tepkiyle karşılandı.

Elbette ki bu tepki mülteci sorununun çözümüne yönelik değil, Türkiye’de 7 Haziran sonrası peydah olan politik atmosfer sebebiyleydi. Erdoğan’ın artan otoriter yönetimi, Suriye’de Sünni grupların desteklenmesi, PYD ve diğer Kürt gruplara karşı düşmanca tutum, ülkede artan insan hakları ihlalleri… vb. gibi sebeplerle son dört yılda dondurulmuş AB ilişkilerinin yeniden başlatılma seçeneği, Merkel’in mülteci sorunu için sunduğu tekliflerin kabul edilmesi karşılığında Erdoğan’a verilen bir hediye olacaktı.

Seçim arifesinde ayağına gelen bu fırsatı tepmek istemeyen Erdoğan bir taşla birkaç kuş vurmak istercesine, hilalli altın kaplama koltuklarda samimi pozlar vermesine kimse şaşırmadı. Fakat tek oturuşta çözülebilecek bir problemle karşı karşıya değiller.

Almanya’nın taleplerinin başında Türkiye’de Avrupa’nın da para desteğiyle büyük bir mülteci kampı kurulması ve Türkiye’nin Suriye’de o çok istediği güvenlikli bölgenin, bizzat Türkiye olması. Avrupa’yı mültecilerden “koruyan” Türkiye…

PYD ilerlemesi ihtimali karşısında Cerablus ve Azez arasındaki dar alana güvenlikli bölge kurulması konusunda direten Türkiye’nin bu isteği sadece Fransa tarafından -yine mülteci korkusundan- karşılık buldu. Ama asıl ikna edilmesi gereken ülke Almanya.

Mülteci konusu Avrupa için aslında bir iç mesele. Merkel’in artan mülteci sayısının muhalefet tarafından kendisi aleyhine kullanılacağını bilmesi ve sorunun tüm birlik içinde çatlaklar yaratacak derinlikte olması Almanya’yı harekete zorluyor.

Avrupa Konseyi, birliğin alması gereken azami sayıyı yüz bin olarak verdi. Oysa bugüne kadar Avrupa’ya giden mülteci sayısı beş yüz bini aştı. Birliğin bugüne kadar ilke olarak koyduğu açıklık, şeffaflık ve serbest dolaşım gibi özellikleri tek tek parçalanıyor. Özellikle Macaristan gibi sağcı iktidarların bulunduğu ülkeler uyguladıkları katı politikayla birliğin imajını “bozuyorlar”. Öyle ki, Almanya’daki utanç duvarını yıkmasıyla övünen AB, bugün kendi içinde duvarlar örüyor. Tarihsel ironi… Sırbistan ve Macaristan arasındaki örülmeye başlanan duvar tepkilere rağmen tüm hızıyla inşa ediliyor.

AB’nin mülteci sorununa bakışı ve Türkiye’nin bu sorunu kullanmasındaki iğrenç politika bir tarafa filler tepişirken çimenler eziliyor misali Ege’de Aylan Kürdi’ler ölmeye devam ediyor. İtalya’ya bu yıl içinde Akdeniz’i geçerek ulaşmaya çalışırken 2 bin 621, Yunanistan’a Ege Denizi’ni geçerek ulaşmaya çalışırken 224, İspanya’ya Akdeniz’i geçerek ulaşmaya çalışırken ise 25 mülteci boğularak öldü. Geçen insan sayısının yüzde 20’si boğuluyor. 1 milyon kişinin geçmesi halinde 200 bin kişinin ölmesi demek.

Avrupa’da sağın ekonomik krizle paralel yükselmesi, yabancı düşmanlığının tehlikeli artışı, sol politikaların sınırlılıklarıyla radikal çözümler sunamaması, Altın Şafak gibi tescilli faşistlerin polisle birlikte mülteci botlarını batırması gibi tehlikeli durumların varlığı sadece Yunanistan gibi Almanya’nın ağzına bakan nakit sıkıntısı yaşayan ülkelerin değil, Almanya gibi ekonomisi görece sağlam ve güçlü ülkelerin de altından kalkamayacağı bir yük getiriyor. Bu yük sadece ekonomik değil ondan daha ağır olarak politik.

Dünyadaki 20 milyon mültecinin 10’da birini kendisinde barındıran Türkiye, son yıllarda dünyadaki en çok mülteci barındıran ülke konumuna geldi. Mültecileri mülteci değil “sığınmacı” statüsünde gören Türkiye onları bir koz olarak daha fazla ön plana sürüp darmadağın olmuş AB ile ilişkileri devam ettirmek isteyecektir. Seçimlerden galip çıktığı düşünüldüğünde iktidarın elindeki bu politik koz gayet kullanışlı. Fakat Erdoğan’ın Almanya nezdinde imajı ve muhalefet tepkisinin korkusu düşünüldüğünde Merkel karşı atağa geçip güvenli bölgeyi AB sınırlarında bir yere (duvarın Balkanlara bakan kısmına) yerleştirebilir. Bugün Yunanistan, Sırbistan ve Macaristan gibi ülkelerde gördüğümüz durum buna işaret ediyor.

20 yıl önce savaşların artık olmayacağı palavraları savuran AB’nin bugün içinde bulunduğu durumda çok acınası olduğu ve Alman emperyalizminin acizlik içindeki hali kapitalizmin dünyaya gerçekte ne var ettiğinin küçük bir örneği sadece. Mülteci sorunu emperyalist kapitalizm var olduğu sürece çözülemeyecektir. Çünkü çok basit: ulus devletler varsa, savaş vardır. Savaş varsa, mülteciler vardır.

Bu sorunun üstesinden gelebilecek sınıf temelli bir program üretmesi Avrupa’daki devrimci partiler için acil bir görevdir. Gelecekte çok daha keskinleşecek bu sorun, devrimci önderliğin inşasında kilit bir önem taşıyabilir. Ya da orta sınıfların umutsuzluğu üzerine yükselmiş öfkeli kalabalığın altında ezilirler.

Yorumlar kapalıdır.