DİSK Genel Kurulu’nun ardından

DİSK 15. Olağan Genel Kurulu12-13-14 Şubat günlerinde İstanbul’da gerçekleşti. Genel kurula DİSK’e bağlı 20 sendikanın yaklaşık 400 delegesi ve gözlemciler katıldı.

Kiralık emek, kıdem tazminatı, örgütlenme ve grev hakkının gaspı gibi son derecede ciddi sorunların yaşandığı bu süreçte, herhangi bir sendikanın yalnızca kendi sektörü ve üyeleri ile ayakta kalamayacağı açık. Aynı zamanda hükümetin maceracı dış politikasının ve Kürt illerinde sürdürdüğü operasyonların da işçi sınıfına ciddi zararlar verdiğini de hesaba katarsak, DİSK’in genel kurulu ciddi bir sorumluluk altında gerçekleşti. Ne yazık ki, genel kurulda bu acil ihtiyaçlara yönelik somut eğilimler belirlenemedi ve de sendika içi işçi demokrasisine dair de ciddi zaaflar ortaya çıktı.

Olumsuz tabloya rağmen mevcut emek düşmanı saldırılar işçi sınıfını her gün yeni mücadelelere sürüklemekte ve bu mücadeleler de sorunlarımızı çözmek için biricik dayanağımız olmayı sürdürmekte. Acil ihtiyacımız olan birleşik mücadeleyi yükseltmek ve emeğe yönelik saldırıları geri püskürtüp yaşanılabilir bir dünya kurmak hâlâ elimizde. Bunu gerçekçi ve hesaplı bir biçimde yapabilmek için de DİSK’in genel kurulunu daha ayrıntılı incelemekte fayda var.

Süleyman Soylu ziyareti, sonuçları ve örgütsüzlüğümüz

DİSK’in genel kurulu hakında şüphesiz ki en çok konuşulan husus Çalışma Bakanı Süleyman Soylu’nun genel kurula gelişi, protestolar sonucu genel kurulu terk etmesi ve derhal suç duyurusunda bulunması oldu. Bunca derdimiz dururken bunun konuşulmasına dair diyebiliriz ki, bir bardak suda fırtınalar koptu.

İşçi cinayetlerindeki rekorları, tarihsel işsizlik düzeyini, alım gücündeki düşüşü ve bu saldırıların sürekliliğini garanti etmek için savaşan bir işçi düşmanının elbette ki herhangi bir biçimde işçilerin içerisinde bulunması akıl alır bir şey değil. Dolayısı ile işçilerin onların canını ve yaşamını alarak zenginlere sunan Süleyman Soylu’yu protesto etmeleri kadar normal ve beklendik bir şey olamaz.

Katı bir işçi düşmanı olan Süleyman Soylu’nun DİSK’in kongresinde işçi yanlısı bir niyetle gelmediğini bildiğimiz gibi bu gibi kimselerin daima işçileri zora düşürmeyi planladığını da biliyoruz. Şu anda da Süleyman Soylu’nun protesto edildiği için üzülüp uykusuz kalmadığını da görebiliyoruz. Aksine Soylu DİSK’in genel kuruluna bu biçimde katılmaktan yana çıldırasıya bir mutluluk yaşıyor. Hesabı çok net. Bakan kıdem tazminatı ve fazlasına yönelik saldırıları planladığı şu süreçte işçilerin birlik olmasını engellemek ve enerjilerini parçalamak istiyordu. Hakkını verelim, her kim olursa olsun bir DİSK yöneticisi davalarla muhatap olmaktan kaçınmaz. Ancak tazminat tartışmalarının olduğu en yoğun dönemde DİSK’in enerjisini dağıtmak ve içerideki kırılmalara oynamak bakanın şüphesiz ki, keyif alacağı türden işlerdi. Soylu şimdilik kendi çapında başarılı olmuş görünüyor. Keyfine diyecek yok. Ancak Çalışma Bakanı bu küçük oyunlarından keyif alırken, işçi sınıfının içerisinde biriken kini küçümseyerek ciddi bir hata yaptığını kavrayacağı günlere her geçen an daha da yaklaşıyor.

İşçi düşmanlarını bertaraf etmek işçi sınıfının işidir. Ancak ziyaret sonrasında keyfi yerinde olan Soylu’ya bakıp şunu idrak etmemiz gerekiyor; gerçekten örgütlü olmadan attığımız her adımdan sınıf düşmanları faydalanmayı biliyor. Soylu’nun ziyareti madem ki bir ihtimaldi buna dair hazırlık yapılmalıydı. İşçi düşmanı bakan örgütlü ve yek vücut bir biçimde işçilerin meclisine alınmamalıydı. Daha da önemlisi bunu organize edebilecek bir örgütlülüğümüz yoksa da davet edilmemeliydi. Genel Başkan Kani Beko’nun savunusu her ne kadar DİSK geleneğine dayanıyor olsa da, DİSK eğer işçi sınıfının yaşayan bir organı ise sınıftan yana şekilde geleneklerini değiştirebilmelidir.

Çalışma bakanının işçi sınıfının örgütlülüğe konsantre olamamasını sağlamak ve bürokrasinin üzerinden sınıfı bölmeye yönelik bu saldırısını asla unutmamalıyız. Bu gibi saray entrikalarına hazırlıklı olabilmek için de daha örgütlü olmalıyız. 12 Şubat günü yaşadığımız deneyim şunu beynimize kazımalı; her an, her dakika bize ait bir meclisin içerisinde dahi olsak, düşman uyumaz. Her zaman kendi çıkarına oynar. Korunmanın tek çaresi de örgütlü olmaktır. Örgütsüzlük çok tehlikeli bir şeydir.

Kongreye damgasını vuramayan

Daha öncesinde ifade ettiğimiz üzere Türkiye işçi sınıfı 1800’lü yıllarla kıyaslanabilecek koşullarda çalışmaya zorlanmakta. Ayrıca grev yasakları ile direniş gücümüz sınırlanırken, sektörel parçalanma ve kiralık işçilik gibi uygulamalarla da örgütlenme olanağımız elimizden alınmakta. Bu yüzden sendikaların önüne koyması gereken şey sektör ayrımı gözetmeksizin ortak örgütlenmenin somut adımlarını atmak ve işçi sınıfına ihtiyaç duyduğu yegane şeyi, birleşik bir mücadeleyi sunmaktı.

Hükümetin maceracı dış politikası ve Kürt halkına yönelik operasyonları da işçi sınıfının başat gündemi olmayı sürdürüyor. Birleşik bir mücadelenin bu sorunlara da yanıtlar üretmesi gerekir. Hükümetin maceracı dış politikasından vazgeçmesine dair açık bir tavır belirlemek, Kürt halkına yönelik operasyonların durdurulması ve de Kürt halkının tüm demokratik haklarınn tanınmasını istemek, aynı zamanda da işçi sınıfının birleşik mücadelesine zarar veren her türden eylemin de karşısında olmak gerekirdi.

Ne yazık ki, DİSK’in genel kurulu işçi sınıfının aklındaki endişeler ve şovenizm basıncına dair bir söz söyleyemediği gibi birleşik bir mücadelenin önünü de açamadı.

Kongreye damgasını vuran

Genel Kurulun öncesinde belli olan yalnızca iki aday vardı. Eski Genel Başkan Kani Beko ile Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu. Adaylığını açıklayan bu iki genel başkan adayı dışında genel sekreter ve yönetim kurulunun ise bilinen bir talibi yoktu. Bu durum esasında konfederasyonun en büyük sendikası olan Genel-İş ile başını Birleşik Metal-İş’in çektiği ve çeperinde Sosyal-İş ve Nakliyat-İş sendikalarının bulunduğu kanatların arasındaki bir yarılmayı ifade etmekteydi.

Genel kurul günleri birleşik ve güçlü olunması doğrultusundaki kimi çabalara rağmen iki kanadın çarpışmasına sahne oldu. Sözü dolandırmadan ifade edecek olursak, Birleşik Metal DİSK’in Kürt halkına dair olan politikalarının sonlandırılmasını isteyerek kendi varlığını kongreye dayatmış oldu. Öyle ki ya başkan oluruz, ya da oluşacak herhangi bir listeye bir başka yönetici vb. vermeyiz diyerek de bu konudaki ayak diremesini sürdürdü.

Buna karşılık olarak da diğer kanatta özellikle Genel-İş ile Lastik-İş arasındaki işbirliği kongrede aynı anda atılan göstermelik sloganlar dışında herhangi bir somut açılıma da sahip değildi. İşçi sınıfının temel sorunları gündemleştirilemeyince, birleşik bir örgütlenme planlaması yapılamayınca yine her sendika üyesi yine kendi yönetimi ile baş başa kalmış oldu.

Nitekim 14 Şubat günü Birleşik Metal-İş, Nakliyat-İş ve Sosyal-İş, DİSK’in HDP eksenine kaydığını söyleyerek kongreyi terk etti. Böylece işçi sınıfının hükümetçe sektörel olarak yaşadığı yapay bölünmeye sendika bürokratları da katkı sunmuş oldu. Üç gün boyunca tartışmanın muhatabı olan sendikaların, işçi sınıfının bütünleşmesi için gerekli olan şeyleri ifade etmemeleri ve yalnızca toplu sözleşmelere odaklanmaları bu yarılmanın kolayca yaşanmasına katkı sundu.

Sendikalarda işçi demokrasisi ihtiyacı

DİSK genel kurulunun bürokratik eğilimlerle bu denli rahat parçalanabilmesi esasında doğrudan doğruya bir iç işleyiş sorunu. DİSK madem ki işçilerin örgütüdür o halde yalnızca delegeler değil tüm üye işçiler için de işçilerin örgütünün nasıl hareket edeceğinin takip edilebildiği, bürokratlaşmanın engellendiği denetim mekanizmalarının kurulduğu bir gün yaşanmalıydı.

Bunları yaşayamamak bir kenarda dursun, DİSK’in işçi demokrasisinden oldukça uzak bir genel kurul işleyiş biçimine sahip olduğunu da bir kez daha gördük. Bu husustaki en ciddi engel delege dağılımı. Üye sayısının yanı sıra DİSK’e ödenen üyelik aidatları ile de belirlenen delege dağılımı, yüksek sayıda üyeye sahip pek çok sendikanın da az üyeli sendikalar gibi yalnızca iki delege ile temsil edilmesine sebep oldu. Bu durum da mücadele halinde olan ancak ciddi mali problemlerle boğuşan sendikaların kendi mücadele dinamiğini ve sınıfın gerçekçi ihtiyaçlarını kongreye yeterince aktaramamasına sebep oldu. İşçi demokrasisinin iğdiş edildiği bir başka husus da kongreye gelecek olan tüzük vb. değişikliklerin kongrede delegeler arasında seçilen bir çalışma grubu tarafından yapılabilmesi oldu. Bu durum pek çok önerinin -ne üzücü ki bir kadın komisyonunun kurulması önerisinin de- kongreye sunulamaması tehlikesini, sonrasında da reddedilmesi sonucunu doğurdu.

Bir işçi demokrasisinin sınıf örgütlerine hakim olabilmesi için delegeliklerin belirlenmesi, delegelerin denetlenmesi ve çalışma komisyonlarının işçi demokrasisine yakışır biçimlerde işleyebilmesi ciddi bir ihtiyaçtır. Önümüzdeki dönemde bu soruna dair de mücadeleyi sürdürmemiz gerekmektedir.

Peki şimdi nereye?

DİSK Genel Kurulunda yaşanan bölünme manzarasının önümüzdeki günlerde de sonuçlarını göstereceğine kesin gözü ile bakabiliriz. Üç yıl önceki olağanüstü genel kuruldan bugüne taşınan bu yarılma eğilimi, 15. Genel Kurul’da hiç olmadığı kadar ciddi bir biçimde kendisini hissettirdi.

Şimdiden kıdem tazminatının gaspı ve buna benzer emek düşmanı saldırılar karşısında DİSK üyesi işçiler ortak bir irade ortaya koyamama tehlikesi altında bulunuyorlar. DİSK’in Genel Kurulunda delege olarak bulunan, yahut DİSK’e üye olan işçiler olarak bu sorunu çözmenin yollarını bulmalıyız. Birleşik Metal’in TİS sürecindeki grevinde işçilerin fabrikalarında sembolik dayanışma ziyaretleri dışında yalnız kalması aslında hepimizin hissettiği bir sorundur. Bu durumun üstesinden gelmek, mücadelemizin önümüze koyduğu bir görevdir. Üye olduğumuz sendikalarda genel kurul değerlendirmeleri talep ederek birleşik mücadelenin, hele hele kıdem tazminatı ve benzeri saldırılara karşı birleşik eylemlerin organizasyonundan yana sendika yönetimlerine basınçlar uygulamalıyız. Konfederasyonun kalıcı şekilde parçalanması gibi ihtimaller ve tehditleri de şimdiden reddederek diğer üye işçileri bu konuda birleşik mücadeleden yana tavır almaya ikna etmeliyiz.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen kongre sürecinde sınıf mücadelesinin olumlu basınçları da mevcuttu. Kimi sendikaların daha da yakınlaşabildiği kendi aralarında nerelerden diğer sendikalar için örgütlenme yapabileceklerinin konuşulduğu zamanlar oldu. İşte bizler için umut ve mücadele dinamiği tam olarak buradadır.

İşçi Demokrasisi Partisi olarak DİSK genel kurulu öncesinde üye olduğumuz yahut temsilcisi olabildiğimiz sendikalarda bu doğrultuda önerileri sendikalarımızdaki işçilere, yani yoldaşlarımıza ileterek mesai harcamıştık. Şimdi de, DİSK’in genel kurulunun ardından tüm olumsuzluklara rağmen patrondan ve devletten bağımısızlığı savunan, içerisinde işçilerin sözlerinin söylenebildiği bu sayede de birleşik mücadeleden yana olan tüm üye işçilerle birlikte mücadele etmenin onurunu yaşayacağız.

İşçi sınıfının en acil ihtiyaçlarına DİSK’in içerisinde bu tip yanıtların üretmekten yana olan tüm işçilerle ve temsilcileri ile her daim sınıfın birliği ve ortak örgütlenmesi perspektifi ile beraber mücadele edebilirsek, en ufak bir mücadele alanımızı mücadele eden diğer sektörlerle (DİSK’in dışında kalan yahut örgütsüz olan sektörlerle de) birleştirmenin olanaklarına sahip olabileceğiz.

Yorumlar kapalıdır.