Cenevre III görüşmelerinin hiçbir sonuç üretmeden ertelenmesinin ardından ABD ve Rusya’nın ‘düşmanlıkların durdurulması’ anlaşmasına varmasıyla, 27 Şubat’tan itibaren geçerli olmak üzere Suriye’de bir tür ‘ateşkes’in hayata geçirilmesi öngörüldü. Rejimin ve Riyad’da oluşturulan Yüksek Müzekere Komitesi’nin kabul ettiği anlaşma, IŞİD ve El Nusra Cephesi’ni kapsamıyor. Rusya’nın 30 Eylül’den itibaren saldırılarını IŞİD ve El Nusra’ya karşı mücadele altında başlattığını ve bu arada bütün muhalif kesimleri vurduğunu göz önünde bulundurursak, ateşkesin sahada belirleyici bir değişiklik yaratmayacağını öngörmek zor değil.
Nitekim, ‘ateşkes’in başladığı 27 Şubat’tan itibaren, yoğunluğu azalmakla birlikte, Rusya ve rejim güçleri, El Nusra ve IŞİD’in bulunmadığı bölgelerde her gün düzinelerce sivilin ölümüne neden olan saldırılarını sürdürdü. Esad’ın 20 Şubat’ta yaptığı açıklamada, ateşkesin yaratacağı sükûnetten “teröristlerin yararlanamayacağını” belirtmesi, rejim ve müttefiklerinin gerekli gördükleri bölgelerde saldırılarını sürdüreceklerinin mesajını vermekteydi. Zira Esad rejimi, 2011’den itibaren diktatörlük rejimine karşı ayaklanmış her kesimi “terörist” olarak nitelendirmekte!
Öte yandan, ‘ateşkes’in PYD-YPG güçlerini de kapsamaması gerektiğini savunan Türkiye hükümeti, ‘ateşkes’in başlamasının ardından, PYD-YPG mevzilerine dönük topçu ateşini sürdürürken, IŞİD Tel Abyad’daki YPG güçlerine dönük saldırı girişimlerinde bulundu. Rejim ve müttefikleri ise, Lazkiye, Şam ve Hama ve güney bölgelerinde yeni mevziler elegeçirmek ve Halep’in kuşatılmasını tamamlamak için operasyonlara devam etti.
Cenevre komedisi kaldığı yerden…
Şubat ayında erteleme kararı alınan Cenevre görüşmelerinin, ‘düşmanlıkların durdurulması’ anlaşmasına varılmasının ardından, şimdilik 9 Mart’ta yeniden başlaması hedefleniyor. Yüz binlerce insanın katledilmesinin ve ülkenin yerle bir edilmesinin baş sorumlusu Esad rejiminin görüşmelere meşru bir taraf olarak oturacak olması, rejimin Rus müdahalesinin ardından elde ettiği askeri başarıları, diplomatik bir zafere de dönüştürmesi anlamına geliyor. Kuşatma altındaki şehirlere insani yardım ulaştırılması, sivillere dönük bombardımanların durdurulması, rejimin hapishanelerindeki yaklaşık 200 bin kişinin serbest bırakılması gibi konuların bir ‘müzakere başlığı’ olarak ele alınması, görüşmelerin, sunulanın aksine, Suriye halkının haklarının korunmasıyla hiçbir ilişkisi olmadığını ortaya koyuyor. 5 yılın ardından, ABD ve Rusya’nın öncülük ettiği görüşmelerin üç temel hedefi bulunuyor: rejimin aklanmasını, IŞİD’in Suriye’deki tek temel problem olduğunun kabul edilmesini sağlamak ve Suriye’deki direnişle bağlarını yitirmiş muhalefet temsilcilerine bu iki koşulu kabul ettirmek. Ne var ki, Putin ve Obama Suriye’deki “karmaşadan” bu çerçevede kurtulmaya çalışsalar da, kesin olan şu ki, Suriye’nin kaderi, Cenevre’deki müzakere masalarında değil, Suriye’nin içinde, Suriye halkı tarafından çizilecek.
Emperyalizmden ve bölge ülkelerinden medet ummak…
Suriye’de devrim süreci altıncı yılına girerken, geniş bir karşıdevrim cephesinin tüm girişimlerine karşın, halkın özgürlük talebi hâlâ boğazlanabilmiş değil. Rejimden kurtarılmış bölgelerde var olma çabasını sürdüren halk kesimleri, ‘ateşkes’le birlikte bombardımanların azalmasını fırsata çevirerek uzun bir aradan sonra yeniden sokaklara döküldü. “Devrim devam ediyor” şiarı altında 4 Mart Cuma günü yaklaşık 100 noktada binlerce kişinin katılımıyla gösteriler yapıldı. Gösterilerde “Halk rejimin yıkılmasını istiyor”, “Aşağılanmaktansa ölmeyi tercih ederiz”, “Halk bir ve birleşik”, “Halk özgürlük istiyor” gibi sloganlar atıldı.
Bununla birlikte, Suriye Arap ve Kürt halklarının politik temsilcilerinin kaderlerini, en büyük korkuları diktatörlüklerin halk güçleri tarafından yıkılması olan ve her biri kendi politik çıkar ve öncelikleri doğrultusunda hareket eden emperyalist güçlere ve gerici bölge ülkelerine teslim eden politikaları, halkın özgürlük talebinin önündeki en büyük engellerden biri olmayı sürdürüyor. Yüksek Müzakere Komitesi çatısı altında biraraya gelen muhalefet kesimleri, halen ABD, Türkiye ve Suudi Arabistan’dan gelecek yardımlara bel bağlarken, PYD önderliği ise, Rusya’dan, ABD’den sağladığı desteği, Esad rejimiyle bağları koparmamayı kazanımlarını kalıcı hale getirmenin garantisi olarak görüyor. Kısa vadeli çıkarlar ve pragmatizm üzerinden yükselen bu politikaların, uzun vadede, Suriye halklarının özgürlük mücadelesine katkı sunmayacağı açık. Yıkımın her geçen biraz daha derinleştiği Suriye’de, Arap ve Kürt halklarının diktatörlük rejimine ve radikal İslamcılara karşı birleşik mücadelesi, özgürlük mücadelesinin önkoşulu olarak önümüzde durmayı sürdürüyor.
Yorumlar kapalıdır.