Silopi, Cizre enkazı ve kardeşlik masalı

Silopi ve Cizre’de Aralık ayından bu yana sürdürülen operasyonlar durduruldu, sokağa çıkma yasakları tamamen olmasa da kısmen kaldırıldı. Böylelikle yaşanan savaşın bilançosu da ayyuka çıkmış oldu. Silopi ve Cizre’de bilanço katliam niteliğinde; binalar tamamen yanmış ve yıkılmış durumda, enkazların arasından, yıkık dökük evlerin bodrumlarından tanınmayacak durumda cesetler çıkmaya devam ediyor. Hâlâ haber alınamayan çok sayıda sivil ve çocuklar var. Akıbetleri konusunda hiçbir açıklama yok. İran ziyaretinden önce Silopi’ye uğrayan Başbakan Davutoğlu Silopi’yi yeniden inşa edeceğini söylerken, Silopi’ye ‘sevgi ekmeye geldiğini’, stadyum inşa edeceğini, esnafa 100 bin TL kredi verileceğini, yıkılan evlerin kentsel dönüşüm kapsamına alınacağını da ‘müjde’ledi. Kardeşlik masalları ve ‘hain teröristleri temizledik’ yalanıyla gizlenmeye çalışılan bütün bu yıkım anlaşılan hâlâ birilerinin iştahını kabartmaya devam ediyor.

Davutoğlu: “Kudretimizi gösterdik, şimdi sıra şefkatimizde”

Cizre’de 14 Aralık’ta başlayan operasyonlar boyunca 100’ü aşkın kişinin hayatını kaybettiği ve ‘kimyasal silah’ kullanıldığına dair iddialar bulunurken; Hükümet bir yandan da siyasi baskılara devam ediyor. Adalet Bakanlığı tarafından Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ başta olmak üzere HDP’li vekillerin bir kısmının dokunulmazlıklarının kaldırılması için fezleke hazırlandı. Sur’da operasyonların sonlanması talebiyle sivil yürüyüş çağrısı yapan Demirtaş’a soruşturma açıldı.

Bu milli birlik ve beraberlik masallarının gizleyemediği bazı gerçekler var ki, bu gerçekler öncelikle Silopi’de, Cizre’de evine dönen insanların karşılaştıkları tabloda su yüzüne çıktı. Aylarca sokağa çıkma yasakları ile abluka altına alınmış bölgelerde yaşam savaşı veren, bunun sonucunda evinden zorla edilen, çatışmalarda ailesinden en az birkaç kişiyi kaybetmiş ve evine döndüğünde ne evini ne toprağını bulabilen bu insanlardan ne kardeşlik duygusu taşımalarını ne de Davutoğlu’nun ‘müjde’lerine kanmalarını bekleyebiliriz. Evlerine giren insanlar hâlâ ölen insanların cesetleriyle karşılaşmakta ve yaraları böylesine bir ikiyüzlülükle sarmaya çalışmak bu saatten sonra kimsenin inanabileceği bir şey değil.

Savaş son bulsun derken…

Aylardır operasyonların son bulması ve ablukanın kaldırılması talebiyle bu satırları yazarken, her geçen gün meselenin daha da içinden çıkılamaz boyuta geldiğini gördük. Geçtiğimiz ay, Ankara’da TSK personelini taşıyan servis araçlarını hedef alan bombalı saldırıda 28 kişi hayatını kaybetti. Hükümet, olaydan Suriye’deki Kürt gruplardan YPG’yi sorumlu tutarak Suriye’ye girme ve Kürtleri suçlama kozlarını güçlendirmeye çalışırken, saldırıyı Cizre’de yaşananların intikamını almak amacıyla Kürt silahlı örgütü TAK üstlendi. KCK Eş Başkanı Cemil Bayık, saldırı sonrası yaptığı açıklamada, “Ankara’da militarizmin merkezinde yapılan eylem de halkımıza karşı yürütülen insanlık dışı vahşi soykırımcı katliamlara karşı misilleme eylemi olabilir” demişti. Yani KCK bu eylemi dolaylı olarak sahiplenirken, ardından saldırıyı gerçekleştirdiği açıklanan “Zınar Raperin” kod adlı Abdulbaki Sönmez için Van’da yürüyüş yapıldı ve taziye çadırına bir HDP Milletvekili katıldı. TAK’ın yaptığı ve bundan sonra da yapmayı duyurduğu eylemler hükümetin savaş politikasının meşrulaştırılmasına hizmet etmekte, terör gerekçesiyle baskı politikalarının toplumun tüm kesimlerine uygulanmasına zemin hazırlamakta. Bugün 8 Mart’ta meydanların kadınlara kapatılmasının gerekçelerinden biri olmuştur örneğin. Yarın işçi eylemlerine saldırmanın, milli güvenlik gerekçesiyle grev kırmanın yasal nedeni olarak kullanılacak. Bu tip eylemler Kürt ve Türk işçileri arasında milliyetçilik temelinde nefret tohumlarını büyüttüğü gibi, halkların çıkarlarına hizmet etmemekte.

Tüm bunlarla birlikte düşünüldüğünde, geçtiğimiz günlerde operasyonların son bulması ve ablukanın kaldırılması çağrısı ile yapılmaya çalışılan Sur yürüyüşü için son derece geç kalındı; TAK gibi yanlış eylemlerin üzerine ne yazık ki bütün inandırıcılığını yitirdi. Aylardır sokağa çıkma yasakları ve abluka sürerken HDP tarafından bu tür demokratik kitlesel tepki vermeye dönük hiçbir ciddiye alınabilir çağrı yapılmadı; üstelik TAK’ın eylemini desteklercesine taziye çadırına gitme türünden yanlış ve yararsız davranışlar sergilendi. Bütün bunlar, Demirtaş’ın “Abluka kalkmadan geri adım atmayacağız demelidir herkes” çağrısının tüm işçi ve emekçiler tarafından, ülkenin dört bir yanından sahiplenilmesinin önünde engel oluşturmakta.

Tekrar vurguluyoruz: Cizre, Silopi ve Sur’daki yıkımın sorumlusu hükümettir. Barış, hükümetin kanlı çözümüne terk edilemez. Barış kirli hesapların döndüğü pazarlık masasında gerçekleşemez.

Sokağa çıkma yasakları sonlanmalı, abluka kaldırılmalıdır. Siyasi operasyonlar derhal durdurulmalı; sorumlular yargılanmalıdır.

Kürt halkının tüm demokratik hakları, pazarlık unsuru haline getirilmeden, koşulsuz biçimde tanınmalıdır.

Yorumlar kapalıdır.