Sanders gerçek bir alternatif olabilir mi?

Bernie Sanders’ın 2016 başkanlık seçimlerine aday adaylığını açıklaması birçok sosyalist grubu, samimi işçi sınıfı devrimcilerini ve sosyal haklar için mücadele veren aktivistleri heyecanlandırdı. Bu kesimlerin büyük bir çoğunluğu Sanders’ı destekliyor, dahası onun kampanyasının tünelin sonundaki ışık olduğunu söylüyorlar. Amerikalı kitlelerin politik ataletini kırmayı göreceli olarak başaran Sanders’ın, ekonomik ve sosyal çıkmazın reçetesine sahip olduğu varsayılıyor. Wall Street’i İşgal Et hareketinin belirli bir bölümünden siyah aktivistlerin bir kısmına kadar, Sanders kampanyası mücadeleci kesimlerden geniş ve yoğun bir destek görüyor. Yanlış anlaşılmasın, bu destek son derece samimi duygularla, kampanyanın önerdiklerine ve önerilenlerin nasıl yapılacağına dair benimsenen yönteme gerçekten inanılarak veriliyor. Ne var ki politika, samimi duygulardan ziyade somut ilişkilerin bir sonucu olarak kendisini gerçekleştirir. Sanders’ın kendisi dâhi kampanyasının dürüstlüğüne içten inanıyor olabilir. Ancak Amerikalı işçilerin sosyal kurtuluş özlemleri, Beyaz Saray’ın dört duvarını aşmayan revizyonlarla değil, seferberliklerle ve bağımsız mücadeleci aygıtların inşasıyla hayat bulabilir.

Sanders, Obama ile bir basın açıklamasında.
Sanders, Obama ile bir basın açıklamasında.

İşçiler için bir alternatif mi?

Sanders’ın işçiler için gerçek bir alternatif olmadığını söylüyor olmamızın en önemli sebeplerinden birisi de burada yatıyor. Kendisi iki partili geleneksel sistemin içerisinden, Demokratik Parti’nin (DP) bir aday adayı olarak ön seçim sürecine katıldı. Halbuki Sanders 1986 yılının Temmuz ayında, Berkeley’de sosyalistlerin ve aktivistlerin katıldığı bir toplantıda, şunları söylemişti: “Biz sosyalistlerin Demokratik Parti içinde kendi fikirlerimizi empoze etmek için çalışıp çalışmamamız gerektiğini tartışıyoruz. Ama Demokratik Parti, sosyalistlerin değil, aksine düşmanlarının, burjuva politikacıların partisi. İşçilerin, işçi sınıfının, sosyalistlerin partisi değil, çünkü işçileri ezen sınıfı savunuyor. Eğer partilerine katılarak Demokratlara karşı seçimleri kazanabileceğimizi gösterseydik, politik bir güç olarak kendi doğumumuzu ertelemiş olmaz mıydık? Kendi fikirlerimize en büyük suç bu olmaz mıydı?

Pekiyi şimdi ne değişti de, Sanders tarihin gördüğü en büyük ve en güçlü kapitalist partinin, dünyanın her yerine asker çıkartabilen ve uluslararası bankaların bütün şubelerinden kendisine komisyon alabilen bir siyasi partinin içerisinden kendisini “sosyalist” olarak tanıtarak aday oldu? Bu pragmatist tutumun ardında son derece eskimiş ve tozlanmış bir inanç yatıyor: Kapitalist üretim ve bölüşüm ilişkilerinin “tamir edilebilmesi” ve “eski” rutinine dönebilmesi için, gelir dağılımını düzenlemek ve “vahşi” neoliberal politikalar yerine “güler yüzlü” neoliberal politikaları benimsemek, yeterli olacaktır.

Sanders yanılıyor. ABD proletaryası için asıl sorun, Birleşik Devletler Kongresi ve Beyaz Saray içerisindeki yozlaşmış ve ahlaken çökmüş işleyişin karşısında “doğru aday”ın bulunup, ona oy verilmesi değil. Kapitalizmin yol açtığı sefalet ve çürümüşlük, reformlarla şekil verilebilecek “kötü adamların”, yolsuzlukların ve zenginlerin aşırı tüketiminin bir sonucu değil. Aksine bu saydıklarımız, kapitalizmin bir sonucu. Fabrikaları kimin kontrol ettiği ve işlettiği değişmedikçe, fabrika içi üretim modelinin liberal ekonomik yelpazenin değişik varyantları arasında gidip gelmesi, Amerikalı ailelerin refahında herhangi bir kalıcı artışı da sağlamayacaktır. Sanders’ın programı, ülkeyi yöneten sınıfın aynı kalmasını, ancak yönetenlerin isimlerinin değişmesini öngörüyor.

Sanders, Bill Clinton ile birlikte.
Sanders, Bill Clinton ile birlikte.

1988 senesinde, Kongre’deki Vermont koltuğu için yarışa hazırlanan Sanders, sermayenin huzuru adına ruhunu sattı. DP’den Paul Poirier’in rakibi olarak yarışması gereken Sanders, üçüncü bir alternatif partinin oluşumuna set çekmesi ve Kongre’de DP lehine oy kullanması şartıyla, DP’nin kendisine karşı yarışmayacağı sözünü aldı. Bu kritik eşikten itibaren Sanders, ana akım bir elit politikacının kariyerine sahip oldu. 1991’de DP’ye üye oldu. 1992’de Bill Clinton’ın kampanyasında aktif olarak yer aldı.

2004 seçimleri geldiğinde, direksiyonunu iyice sağa kıran Sanders, hangi tarafta olduğunu açıkça deklare etti: “Sadece John Kerry’ye oy vermekle yetinmeyeceğim, bu ülkede oradan oraya koşturup, insanları Ralph Nader’e oy vermekten caydırmak için elimden geleni yapacağım… John Kerry ile farklılıklarım olmasına rağmen onun seçilmesi için yapabileceğim her şeyi yapacağım.

Gençler için bir alternatif mi?

Kendine “demokratik sosyalist” diyen DP adayının önemli iddialarından biri de eğitim alanında. Üniversite eğitiminin yaygınlaştırılıp kamuya açık bir hale getirilmesi gerektiğini ve bu eğitimin tamamen ücretsiz bir şekilde sağlanmasının zorunlu olduğunu söyleyen Sanders’ın, politik kariyerindeki karnesi bu konuyla ilgili kırık notlarla dolu. Son senelerde ABD okullarındaki eğitimin niteliksizleşmesinin önünü açan ve alt sınıflardan gelen öğrencilerin devlet fonlarından yararlanmalarını yasal cambazlıklarla ulaşılması mümkün olmayan bir “sadaka”ya dönüştüren yasal düzenlemelerin altında Sanders’ın imzası bulunabilir. Kendisi 2001’de Bush’un “Hiçbir Çocuk Geride Bırakılmasın” (NCLB) başlıklı son derece gerici programına arka çıkıp, lehinde oy kullanmıştı. Bu program neleri öngörüyordu? İlk olarak kamuya ait eğitim fonlarının kullanılmasını öğrencilerin performans değerlendirmelerine endeksleyerek rekabetçi ve bireyci neoliberal öğrenci modelinin bir insan tipi olarak ABD’de ortaya çıkmasını sağlamayı amaçlıyordu. İkinci olarak da, hayatları asla kazanılamayacak bir yarışa dönüşen öğrencilerin aldığı eğitimin niteliksizleştirilmesini, Hıristiyanlık öğretilerinin genç kuşaklara “aşılanmasını”  öngörüyordu. Sanders ancak programa son hali verildiğinde, son versiyonu ABD kamuoyunda tepkilere yol açtığında tasarıya karşı çıkıp, fikrini değiştirecekti.

Sanders, rakibi H. Clinton ile tokalaşırken.
Sanders, rakibi H. Clinton ile tokalaşırken.

Azınlıklar için bir alternatif mi?

Ön seçimlerin ilk dönemlerinde siyah ve Latin seçmen kitlesi içerisinden çok az destek gören Sanders, kampanyasının istikametini son dönemde bu kesimlere doğru açıladı. İspanyolca propaganda afişleri hazırlamaya başlayan, 1968’de siyahların demokratik hak ve özgürlükleri adına seferberliklere katıldığını deklare eden ve bunu ispatlamak için birtakım fotoğrafları medyada dolaşıma sokan Sanders, önde gelen birçok siyah aktivistin ve mülteci hakları savunucularının desteğini almayı başardı. Ne var ki, bu konuda da Sanders’ın olağan bir burjuva politikacısından farklılaşmayan bir geçmişi var. Latin ve siyah işçilerin kitlesel olarak hapsedilmelerinin yolunu açan, Bill Clinton’ın 1991 tarihli “Three Strikes Crime Bill” isimli yasal düzenlemesinin altına imzasını atan Sanders, onun lehinde oy kullanmıştı. Bu düzenleme yeni hapishanelerin bina edilmesine geniş ölçekli bir fon ayrılmasını öngörürken, hayat boyu hapis cezasını birçok suç için geçerli kılarak müebbet hapis cezasının protestolardan küçük hırsızlıklara dek dengesiz bir biçimde yaygınlaşmasının da önünü açtı. Bunun yanı sıra Sanders, Senato’dan 2013 senesinde geçen kapsamlı bir göçmen reformuna da destek verdi. Bu reforma göre “sınır güvenliğinde yüksek artışlar” olacak ve “hükümet 20.000 sınır çalışanını toplayana kadar lisanssız göçmenlere yeşil kart verilmesi” önlenecekti.

Sanders’ın geçmişi, emperyalist müdahale ve savaştan yana kullanılan oylar ile dolu.

Barış isteyenler için alternatif mi?

Genelde dış politikadaki, özelde ise Suriye ve Filistin konularındaki tutumunu ön seçim süreci ilerledikçe olumlu anlamda revize etmek zorunda kalan Sanders’ın geçmişi, emperyalist müdahale ve savaştan yana kullanılan oylar ile dolu. Vietnam savaşı karşıtı kampanyanın kahramanlarından ve ABD işçi sınıfının ileri gelen temsilcilerinden biri olarak kendisini medyaya tanıtan Sanders’ın işgal yanlısı geçmişi, kendisinin seçim kampanyasının ne denli pragmatist bir hatta ilerlediğini gösteriyor. Sanders 1996 senesinde Clinton’ın “Vatanseverlik Yasası” (diğer ismiyle “Anti-Terörist ve Etkili Ölüm Cezası Yasası”) lehinde oy kullandı. 1991’de, yarım milyon çocuğun ölümüyle sonuçlanan Irak’a ekonomik ambargo kararının altına imzasını attı. 1992’de Irak’a yapılan ilk bombalı saldırıları ateşli bir şekilde savundu. Clinton’ın Kosova’da giriştiği barbar operasyonlar ile Irak ve Afganistan savaşlarını yasal olarak onayladı, lehlerinde oy kullandı. Bu “ilerici” adayın, olağan bir burjuva siyasetçisinin savaş ve işgal gündemlerinde sahip olduğu sorumluluğa benzer derecelerdeki korkutucu geçmişi, bu kadarla da sınırlı değil. Zira Sanders 2006’da İsrail’in Lübnan’a karşı yürüttüğü yayılmacı savaşı destekleyen HR 921 sayılı kararı destekledi. Yine aynı sene, Filistinli politik figürlerin Gazze direnişinden dolayı cezalandırılmasını öngören HR 4681 sayılı karar lehine oy kullandı.  2014’te, İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü işgal politikasını “kendini savunma hakkı” mazeretini kullanarak savunan 498 sayılı Senato kararının arkasında durdu. Son olarak Sanders, Obama iktidara geldiğinden beri 2464’ün üzerinde insanın ölümünden sorumlu olan insansız hava aracı operasyonlarına karşı olmadığını deklare etti.

Sanders’ın önerisi, var olan tek gerçek sosyalizmin, Marx ile Engels’in ortaya koyduğu bilimsel sosyalizmin bir parçası değil.

Sosyalistler için bir alternatif mi?

Sanders’ın “sosyalizm” önerisi, ne yazık ki, bir yanılgı olmanın ötesine geçemeyecek. Öncelikle “demokratik sosyalizm” ismini verdiği siyasal önerisi, kafa karıştırıcı bir içeriğe sahip. Sınıflı toplumun bir kurumu ve yönetim biçimi olarak “demokrasi”, sınıfsız bir toplum olan sosyalizmde kendisini hangi şartlar üzerinden var edecek? Sınıfsız ve kurumsuz bir toplum olarak tanımlanan sosyalizmin başına demokratik sıfatını getirmek hangi ihtiyacı karşılamaya dönük? Aslında sosyalizm “demokratik” değil mi? “Demokratik sosyalizmin” demokratik karakteri hangi sınıf tarafından kullanılabilecek ve hangi sınıflar bu “demokratik” işleyişten dışlanacak? Ya da Sanders önerisini 20. yüzyılda tecrübe edilen “sosyalizm” (ki biz bu adlandırmaya kesinlikle katılmıyoruz) örneklerinden tamamen ayırmak için mi bu sıfatı kullanıyor? Kendisi bir röportajında sosyalizmden kastının Küba değil Norveç olduğunu söyleyerek bu meseleyi kısmen açıkladı. Ancak Kuzey İskandinavya ülkelerinin de hala sınıflı toplumlar olduğu düşünülürse, Sanders’ın sosyalizminin sınıfların ve sınıflar arası bir diyalog ile sosyal barışın var olduğu bir sosyalizm olduğu anlaşılabilir. O halde Sanders’ın önerisi, var olan tek gerçek sosyalizmin, Marx ile Engels’in ortaya koyduğu bilimsel sosyalizmin bir parçası değil.

Bununla beraber Kuzey İskandinavya ülkeleri örneği, özellikle 2008 krizinin etkileri ve Panama Belgeleri’nin ifşa ettikleri derinleştikçe, giderek daha da verimsizleşen, hatta özrün kabahatten daha beter olduğu bir örneğe dönüşüyor. Zira bahsi geçen ülkelerdeki hükümetlerin istisnasız hepsi, uluslararası yağmacı neoliberal hattın yeminli takipçileri oldu.

İskandinavya ülkelerinin kapitalist hükümetleri, 1990’lardan itibaren kamu hizmetlerinin, demokratik hakların ve sınıfsal kazanımların yok edilmesinde başı çektiler. İsveç’te 20. yüzyılın sonundaki İskandinav bankacılık krizi sonrasında iktidara gelen sosyal demokrat hükümet, eğitim, sağlık, ulaşım ve barınma benzeri sosyal harcamalarda ciddi kesintilere gitti ve ücretlerin düşmesi yönünde güçlü bir basıncın doğmasına sebep olan büyük çaplı özelleştirmeleri yönetti. İskandinav tarzı “sosyalizm” modelinin sicili, olağan sağcı hükümetlerin kirli siciliyle, stratejik noktalarda asla farklılaşmadı.

Danimarka da İsveç’le benzer süreçlerin içerisinde geçti. 1990’larda Poul Nyrup Rasmussen hükümeti kamu harcamalarında ve toplumsal haklarda kesintiler uyguladı ve Danimarka’nın işçi sınıfının hayat standartlarını trajik bir şekilde düşürecek bir uygulama olarak Euro’ya geçilmesinde ısrarcı oldu. Ardından gelen hükümet ise, Avrupa’daki en zenofobik göçmenlik yasasını onaylayarak hayata geçirdi ve Irak’ta ABD önderliğindeki emperyalist savaşı destekledi.

İstisnasız bütün İskandinav ülkeleri, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından açılan dönemde ABD emperyalizminin sadık müttefikleri olarak uluslararası politik iş bölümündeki konumlarını aldılar. Norveç, Danimarka ve İzlanda NATO’nun kurucu üyeleri olarak tarihe geçti. İsveç, emperyalist savaş sonrası dönem boyunca bir önyargı olarak işlenmiş tarafsızlık görüntüsüne rağmen, NSA ifşaatçısı Edward Snowden’ın 2013’te yayınladığı belgeler tarafından da kanıtlandığı üzere, Sovyetler Birliği’ne karşı ABD istihbarat operasyonlarının önemli bir kaynağı olarak işlev gördü. Bunun yanı sıra bütün Kuzey Avrupa ülkeleri, emperyalizmin taleplerinin aktarma kayışı rolündeki kurumlara hizmet etmek adına diğer hiçbir kapitalist ülkenin yetiştiremediği sayıda kadro, diplomat ve görevli eğittiler.

O halde Sanders kimin alternatifi?

Yazının başlığında şunu sorduk: Sanders gerçek bir alternatif olabilir mi? Evet olabilir! Ancak asla ve asla işçi sınıfının değil, ancak ve ancak ABD kökenli çokuluslu şirketler ile bankaların, bankalarını yeni doğan devrimci dalgadan korumak isteyen emperyalizmin alternatifi olabilir ve öyledir de. Trump nasıl ABD kapitalist sınıfının ileri keşif koluysa, Sanders da ABD kapitalist sınıfının kartlarını masaya açmadan yaptığı son blöftür. Birleşik Devletler işçi sınıfının, kadınlarının, azınlıklarının ve gençlerinin bu blöfü görebilmeleri için talep edebilecekleri en temel slogan, Sanders’ı Demokratik Parti dışarısında alternatif bir mücadeleci aygıtı inşa etmeye çağırmak olacaktır. İşçilerin sermayeden bağımsız olarak örgütlenme arzularının karşısında, göbekten bağlı olduğu iki partili despotik seçim paradigmasından kopamayacak olan Sanders kampanyasının bilinçlerde yaratacağı kırılma, ABD burjuvazisinin kumar masasından oturduğunda sahip olduklarından daha azıyla kalkması ile sonuçlanabilir.

 

 

 

Yorumlar kapalıdır.