Barbarlık, terör, korku… vb. gibi kelimeler gündelik hayatımızın ayrılmaz bir parçası oldu. Halin böyle olmasının ve bu yazının yazılmasının sorumlularından biri de IŞİD. Ama tabii ki ne tek ne de en güçlü sorumlusu… Keza nice devletler var, konu terör ve barbarlık olduğunda IŞİD’i cebinden çıkartır! IŞİD geçtiğimiz ay dört saldırı gerçekleştirdi. 6 Mart’ta Irak’ın Hilla kentinde bir kontrol noktasında 52 kişinin hayatını kaybetmesi, 100’e yakın kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan ilk saldırının ardından 19 Mart tarihinde gerçekleşen ve 4 kişinin hayatını kaybetmesine, 37 kişinin yaralanmasına yol açan Taksim saldırısı meydana geldi. Bunları 22 Mart tarihinde Belçika’nın başkenti Brüksel’de havaalanı ve metro istasyonunda gerçekleşen eş zamanlı saldırılar takip etti; 33 ölü, 250 yaralı. Son olarak ise, 25 Mart’ta Irak’ın Babil kentindeki bir stadyumda futbol maçı oynanmaktayken gerçekleşen saldırı sonucu 25 kişi hayatını kaybetti, 30 kişi de yaralandı.
Şeriatçı faşist bir hareket olan IŞİD, peyda olduğu andan bugüne kadar gerçekleştirdiği katliamlarla Arap coğrafyasında karşıdevrimin en önemli unsurlarından biri haline geldi. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’nun birçok ülkesinde hücreleri olan örgütün, en önemli güç yığınağını Suriye ve Irak oluşturmakta. Gerçekleştirdiği saldırıların periyoduna bakıldığında ise hemen hemen hepsinin Suriye ve Irak’ta yaşadıkları kayıplara karşı bir misilleme ve “rüşt ispatı” niteliği taşıdığı gözlenmekte. Geçtiğimiz Ekim ayından bu yana Suriye’de artan bombardımanlar IŞİD’in bir oranda bölgede güç kaybetmesine/geri çekilmesine yol açtı. Yeri gelmişken belirtelim, “IŞİD’e karşı savaş” adı altında gerçekleşen bombardımanların büyük bir bölümü IŞİD’in kontrol etmediği bölgeleri hedef alarak Esad rejimi ile radikal İslamcı gruplara karşı olan kitlelerin ve sivil halkın ölümüne neden oldu!
Bu tam olarak, IŞİD’in kitleler nezdinde yarattığı kafa karışıklığının, Esad rejiminin, bölge ülkelerinin ve emperyalizmin de bu kafa karışıklığını kendi lehlerine çevirmeye çalışmasının örneği. Esad rejimi, Rusya ve İran’ın da desteğiyle, 5 yıldır radikal İslamcılara karşı savaştığını söyleyerek dünya kamuoyunda kendi meşruiyetini yaratmaya çalışıyor. Bunu yaparken de 2011 Mart’ından bu yana kendi rejimine karşı demokratik taleplerle seferber olan halkını katlettiğini, IŞİD’den kat be kat daha fazla katliam gerçekleştirdiğini unutturmaya çabalıyor.
Emperyalizm ise, yoğunlaşan mülteci krizine karşı ikiyüzlü politikasını sürdürürken, IŞİD’in Avrupa merkezinde artan saldırılarının da etkisiyle “Esad’lı da olsa” Suriye’de bir geçişin yaratılmasına çabalıyor. Bölge geneline baktığımızda ise Arap devrimci sürecinin başlamasıyla birlikte yitirdiği inisiyatifi geri kazanmaya çalışıyor. 2011’de açılan devrimci süreçte, kitlelerin en temel ekonomik ve sosyal taleplerinin gerçekleşmemiş olması umutsuzluk dalgasının güçlenmesine neden olurken, bir yandan da tam da bu durumdan beslenen IŞİD gibi karşıdevrimci güç odaklarının ortaya çıkmasının koşullarını yaratıyor. Bölgede kitle seferberlikleriyle devrilen diktatörlüklerin yerine gelen istikrarsız rejimler ya da iktidarını kaybetmemek pahasına her türlü yolu deneyen Esad rejimi ise “IŞİD tehdidi” kartını oynayarak kendi baskı rejimlerinin bekasını sağlamaya, kitle seferberliklerini kriminalize etmeye ve emperyalizmle işbirliklerini arttırmaya çalışıyorlar.
Tabii bu baskı rejimlerinden nasibini alan sadece Kuzey Afrika ve Ortadoğu halkları değil. Avrupa’da da ekonomik krizin yarattığı çöküşe karşı gelişen seferberlikleri kontrol altına almak adına baskıcı uygulamaları yaygınlaştıran rejimler şimdi de “terörizm tehdidini” ön plana çıkartarak baskı rejimlerini meşrulaştırıyorlar. Bunun en iyi örneği, IŞİD’in 13 Kasım 2015’de Paris’te gerçekleştirdiği katliamdan beri olağanüstü hal uygulamalarıyla yönetilen Fransa. Fransa hükümeti o günden beri bu yasayı kendi işçi düşmanı politikalarını gerçekleştirmenin ve muhalefeti baskı altında tutmanın da bir aracı haline getirmiş durumda.
Barbarlığın uluslararası bir durum haline geldiği günümüzde “IŞİD’e ya da terörizme karşı savaş” tek başına bir şey ifade etmekten çok uzaktır. Hiçbirimiz IŞİD terörü ya da devlet terörü arasında bir seçim yapmak zorunda değiliz. Nasıl şu anda Suriye’de “ateşkes” ortamıyla birlikte Esad rejimi ve radikal İslamcılara karşı olan kitleler tekrardan sokaklara çıkabiliyorsa Avrupa’da da artan İslamofobiye, baskı rejimlerine ve işçi düşmanı politikalara karşı sokağa çıkabilmenin koşulları mevcuttur. Asıl mesele, kapitalizmin barbarlığına karşı sınıfın bağımsızlığı temelinde gelişebilecek gerçek bir enternasyonalizmdir!
Yorumlar kapalıdır.