“Demokrasi Cephesi”; yetmeyenin azına da evet!

Türkiye’ye dair bağımsızlığını azıcık olsun koruyabilen hiçbir araştırma temel hak ve özgürlükler bağlamında olumlu bir rapor yayımlayamıyor.

Haziran ayında en az 200, yılın ilk altı ayında ise en az 912 işçi çalışırken yaşamını yitirdi. Bayram tatilinde çalışırken ölen işçi sayısı ise 10! Sadece bu rakamları bilmek dahi insanı hak ve özgürlüklere dair başka bir söz söylemekten alıkoyuyor.

Kapitalistler rekor zenginleşmelerini yeterli bulmuyor. Bunun için de yukarıda saydığımız kanlı tabloya ihtiyaçları var. Dahası, Türkiye ve dünyanın koşullarından ötürü kapitalistlerin işçilerin ölümüne olduğu kadar, kölece koşullarda çalışmalarına ve doğanın geri dönüşü olmayacak şekilde tahrip edilmesine de ihtiyaçları var. Türkiye patronları için başka bir kalkınma mümkün değil. İşte bu yüzden Türk işadamlarının ve onların sözcüsü olan burjuva siyasi partilerinin burjuva demokrasisi için dahi tavır almaları mümkün değil.

“Demokrasi Cephesi” Türkiye’nin faşizme doğru ilerleyişine dair bir güç birliği çağrısında bulunuyor. Kulağa her ne kadar hoş gelse de, Türkiye’de patronların çıkarı için demokrasinin fazla geldiği gerçeğinin üzerinde durulmuyor. Çağrıcı ve taraftarlarının son derecede çeşitlilik arz ettiği “Demokrasi Cephesi” önermesi ciddi bir heterojenlik arz ediyor.

“Demokrasi Cephesi” tartışmaları nasıl başladı?

Türkiye’de solun hemen her sıkışma döneminde “Demokrasi Cephesi” çağrısında bulunması alışıldık bir durum. Ancak ne yazık ki bugüne değin geniş bir “Demokrasi Cephesi”nin işe yarar bir sonuç verdiği bir örnek ile karşılaşamadık. Zaten politika sanatı bu kadar kolay olsaydı binlerce yıllık sınıflar mücadelesinde zaferler elde edebilmemiz oldukça kolay olurdu.

“Demokrasi Cephesi” (DC) tartışmasına hakkını verebilmek için cepheler, eylem birlikleri ve taktikler konusunu incelemek ve Türkiye’deki benzer önermelerin sonuçlarına göz atmak oldukça faydalı olurdu. Ancak bu denli geniş bir çalışmayı yapmak yazımızın sınırlarını aşıyor. Bu sebeple şimdi yalnızca mevcut DC önermelerini incelemekle kendimizi sınırlandıracağız.[1]

DC çağrısı liberallerden, CHP’den, HDP’den ayrıca ÖDP gibi sol partilerden gelse de her biri aslında ayrı bir içeriğe sahip. Bunları tek tek incelememiz zor olsa da her birinin uzlaştığı bir nokta var: Erdoğan’ın tek adamlığına karşı tüm güçleri demokrasi sathında birleştirmek.

Liberaller: “Birincisi bildiğiniz gibi değil. Bu kez de buna yetmez ama evet!”

Aslında DC önerisi öncesinde çok daha farklı bir kanaldan, liberallerden çıkmıştı. 1 Kasım seçimlerinin ardından Cengiz Çandar ve Hasan Cemal böylesi bir ihtiyaçtan ve topyekûn bir savaşın gerekliliğinden bahsetmeye başlamışlardı.

Hasan Cemal seçimlerin hemen ardından 2 Kasım 2015’te barış, demokrasi ve hukukun üstünlüğü için mücadele çağrısında bulundu. Sonrasında “Defol git, geri zekâlı!” gibi cesur başlıklar atıp “İş dünyasında saray korkusu” konularını inceledi ve Erdoğan’a karşı burjuva cephedeki iş birlikleri dinamiklerini yokladı. Kiralık işçiliğin yasalaşması ve kıdem tazminatı için sarayın canla başla çabalamasının ardından ise Hasan Cemal bu konuda ne hissettiğini yazmadı. Burjuvazinin saraya müteşekkir hali Hasan Cemal’ce hiç işlenmedi. Politikayı herhangi birinden daha iyi bilen Cemal, ardından da burjuvazinin siyaset arenasındaki temsilcilerine yönelip “Direniş Bayrağını” açtı ve demokrasi mücadelesi çağrısında bulundu.

Cengiz Çandar ise, Radikal’in kapatılmasının ardından, “Siyasal İslam’ın otokrasiye eğilimini göremediğini” ifade etti. Etmesine etti de, referandumda yetmez ama evet derken demokrasiyi savunduğunu, şimdi de Erdoğan’a karşı demokrasiyi savunmak istediğini dile getirdi.

Türkiye sınıf hareketine dair en geniş birikime sahip olan kişilerden biri olan Oya Baydar da yakın zamanda benzer bir çıkış yaparak şöyle dedi: “Bir özeleşiri yapmam gerekiyorsa, ki gerekiyor; demokrasiyi ilerletebilecek o maddelere evet dediğim için değil, AKP’nin gerçek yüzünü ve özünü doğru değerlendirmemiş, özellikle Erdoğan faktörünü hesaba katmamış olduğum içindir bu.” Ve yine o gün olduğu gibi bugün de demokrasiyi savunmak istediğini dile getirdi.

Mevcut düzen işçilerin ölmesini ve köle gibi çalışmasını istiyor. Bu durum demokrasinin gelişmesine engel olurken birileri demokrasi diye herhangi bir burjuva alternatife sarıldığında da şapkadan tavşan değil, Türkiye’nin gerçekleri çıkıyor. Kürt sorununu çözecek denen Özal özelleştirmeler ve banka hortumcularını teşvik ile sermaye birikimini ilerletti. Çiller hiç değilse kadın bir siyasetçi idi. Ecevit hiç değilse dürüst idi… Erdoğan da dün demokrattı, bugün özüne mi döndü?

Erdoğan dün burjuvazinin ihtiyaçlarını daha hızlı yanıtlayabilmek için demokrasi maskesi altında yürütmenin gücünü arttırdı. Burjuvaziye hizmette sınır tanımadı ve nihayetinde de bu gücü hizmetini sürdürmek ve hayatta kalmak için kullandı. Türkiye’de demokrasinin gelişmesi patronların çıkarına olabilecek bir şey değildir. Çünkü iş cinayetlerinin engellenmesi, insani çalışma koşulları için mücadele verilmesi zenginliğin patronların değil halkın çıkarına dağılması anlamına gelir. Uluslararası rekabette yeterli sermaye birikimine halen sahip olmayan Türkiye burjuvazisi de hiçbir şekilde normal bir burjuva demokrasisinden yana tavır alamaz. Hele ki, küresel kriz dünya burjuvazisini dahi demokrasi sınırlarını daraltmaya zorlarken.

Başımızdaki bela ne bir kişinin iktidar hırsından ne de gerçek demokrasi güçlerinin (?) bir arada duramamasından kaynaklanıyor. Toplum suni bir biçimde parçalanıyor. Erdoğan yanlıları ve karşıtları ayrışması da bu parçalanmalardan biri. Gerçek ayrışma zenginliği elinde biriktirenler ile biz yoksullaşan işçiler arasında duruyor. Burjuvazinin kimi kanatlarının Erdoğan’ı isteyip istememesi belirleyici değil. Demokrasi kanallarındaki bu sıkışma tamamen işçi kitlelerinin ezilmesi ve sermaye birikiminin arttırılması için gerekli olan hayati bir dayanak. Burjuvalar burjuva olarak kaldıkça, Erdoğan olmasa da baskıcı rejimlerin başka bir biçimini (belki de daha kötüsünü) yaşayacağız. Türkiye gibi bir ülkenin burjuva bir kalkınma planı ile bundan fazlasına ulaşması mümkün değildir.

DC tartışmaları insani bir kapitalizm sorgusudur. İnsani bir kapitalizm sorgusu için ise bir sonuç bulunamamıştır.

HDP’den “Demokrasi Cephesi”

HDK 23 Ocak’taki genel kurul kararlarında geniş bir DC’den bahsetmişti.

6. Genel Kurul kararlarında DC gerekli görülürken ne kiralık işçiliğin ne de emeğe yönelik yapılan somut bir saldırının adı dahi geçmemekteydi. HDP’nin aradığı şey, demokrasi sorununu dolayısı ile Kürt sorununu da çözmekten son derecede aciz olan Türk burjuvazisi ile bir anlaşmaya varmaktı. Kürt illerindeki vahşi saldırılar ve ağır sivil kayıplarının acısına böylesi bir önerinin derman bulması o gün olanaksızdı, bugün de olanaksız olmayı sürdürüyor.

Solda “Demokrasi Cephesi”

İlk olarak eski CHP milletvekili Rıza Türmen’in çağrısı ile başlayan DC önerisi hızla solun geniş bir kanadında, fakat herkesin kendi anladığı biçimde yansıdı. Bu bağlamda yapılan görüşmelerin ardından sürece emek hareketi de dahil olarak, DİSK-KESK-TMMOB-TTB’nin çağrıcılığı ile Temmuz ayında İstanbul’da bir toplantı gerçekleşti.

Esas olarak liberallerin DC taleplerine son derecede benzerlik içeren solun demokrasi cephesi önerisi bu sayede ilk kez sınıf örgütlerini de içerisine alarak genişlemiş oldu. Toplantıya saygın bir azimle katkı sunan Tarık Ziya Ekinci; “Demokrasi mücadelesinde bir özne olması lazım. O da işçi sınıfıdır.” dedi. Ekinci’nin konuşması sınıf örgütleri ve sol içerisindeki işçi sınıfına duyulan güvensizliğin açık bir ifadesi ile sürdü: “Ancak Türkiye’deki işçi sınıfının bu koşullarda özne olması mümkün gözükmemektedir. Bu görevi, Kürt ulusal demokratik hareketi yerine getirebilir. HDP’nin de ayağa kaldırılması lazım.”

Ekinci’nin sözleri solun işçi sınıfından umudu kestiğini ve DC’nin liberal umutlar ve burjuva ittifaklarla (yani imkânsızlıkla) örmek istediğini ortaya koyuyor. Ne yazık ki gerçek bir demokrasinin, yani işçi demokrasisinin mücadelesini vermesi gereken kurumlar da temel hak ve özgürlüklerin garantörü olarak işçi sınıfını sahneye çıkarmaktan yana imtina ediyorlar. Bu duruma bir de yönetiminde ulusalcı eğilimlerin bulunduğu sendikaların HDP ile asla iş birliği yapmamak istemesi eklendiğinde ortaya daha da zorlu bir tablo çıkıyor.

CHP-HDP-Sendikalar ve sol birleşirse ne olur?

Başarılı olamaz. Bunu çokbilmişliğimizden ya da haklı olma kaygımızdan ötürü söylemiyoruz. Keşke CHP ile iş birliği yaparak Türkiye’yi daha yaşanılabilir bir yer haline getirebilsek. Ancak bu mümkün değil. Çünkü politikada kuvvetler, bileşenlerinin güçlerinin üst üste toplamı ile hesaplanmaz. Politikada ittifaklar kuvvetlerin vektörel bir toplamıdır. Yani halatın bir ucunu sola çeken biz emekçiler ve diğer ucunu sağa çeken burjuvalar varken güçlerimizi basitçe toplayamayız. Böyle bir birlikle gücümüzü azaltırız.

Bir birleşik cephe de Erdoğan’dan: Sarayın dostları artmalıdır

Bizim cephemizde tartışmalar bu boyuta ilerlerken saray da boş durmuyor. Dış politikadaki zorunlu çark etmelerin yanında Erdoğan o denli sıkışmış durumda ki, elinde kadro kalmadığından dostlarını arttırma telaşına düştü. Bu çağrı Ertuğrul Özkök gibi bu işlerin insanı olan kimseler dışında bir yankı uyandırmasa da ciddi tehlikeler barındırıyor. Mesele demokrasiyi savunmak ise Erdoğan’ın sıkıştığını düşünenler yetmez ama hiç değilse Erdoğan taviz veriyor diyerek dostluk anlaşmaları imzalarlar mı? Şimdilik geçmişin ağır yükü bunu imkânsız kılsa da yeni moral bozuklukları ve beklenmedik gelişmelerin bize ne göstereceğini bilemeyiz. Bu yüzden de yaratacağımız mücadele cephesini bu gibi güvensizlikler üzerine kurmamalıyız.

Demokratik mevzilerde daralmanın son iki örneği ve bu gerçekten faşizm mi?

Demokratik mevzilerdeki daralmaların neler olduğunu saymaya kalksak bitiremeyiz. Ancak yakın dönemdeki iki gelişme ciddi sonuçlara gebe olacağa benziyor.

Saray kendisine bağlı bir yargı yaratma çabası ile tüm muhaliflerinin üzerinde endişe yaratıyor. Aynı zamanda da mecliste partilerin konuşma sürelerinin kısaltılması doğrultusunda öneriler geliştiriyor.

Geçtiğimiz aylarda yaşanan gelişmelerle birlikte bu iki örneğe bakacak olursak halimiz gerçekten iyi değil. Ancak esas dileği başkanlık olan Erdoğan’ın başkanlıktan geri adım atarken yargı ve meclise yönelik neşterleme uygulamalarına girişmesi aslına çaresizliğini gözler önüne seriyor. Öyle ki, başkanlığın meclisten geçememesi tehlikesine karşılık partili cumhurbaşkanlığı isteniyor. Dış politikada atılan adımlar meziyetsizlikle kurgulanıyor ve yeni krizlere sebep oluyor. İç politikada da Suriyeli mülteciler sorunu kendi tabanında dahi hoşnutsuzluğa sebep oluyor. Her türlü yönetim yeteneğinden acınası bir acizlikle uzaklaşılmaya devam ediliyor.

Aklı başında hiç kimse içinde bulunduğumuz koşullardan yana memnun olamaz. Ancak yaşadığımız durum Erdoğan’ın hızla güç kazanıp bütün ülkeyi tek başına yönetmesine götüren ve her an onun kazandığı bir oyundan ibaret değil. Söylediğinin aksine Erdoğan yönetememeyi sürdürüyor. Bulunduğumuz yer ise faşizm değil. Sarayın sevdası ve umudu nedir bilemeyiz ama faşizan yöntemlerin sıklıkla kullanılması faşizmde yaşadığımız anlamına gelmiyor. Faşizm olmayan baskıcı bir burjuva düzen de zaten yeterince kötüdür. Burjuvazinin sermaye birikim krizi Türkiye işçi ve emekçilerinin başına ciddi ve yaşamsal belalar açmayı sürdürüyor.

Temel hak ve özgürlüklerdeki bu daralmalar aslında kapitalizmin krizinden kaynaklanıyor. Çıkış için ise işçi sınıfının en geniş birleşik cephesini yaratmaktan başka şansımız bulunmuyor.

Nasıl bir birlik?

DC önermesi her zaman olduğu gibi, umutsuz ve çıkışsız bir söylem olmayı sürdürüyor. Ancak yine de sınıf örgütlerinin ve solun bir biçimde bir araya gelmesi, çıkış yolları araması gerçekçi bir alternatif için bizlere umut verebilir.

Burjuvaziden bağımsızlaşmış; işçi cinayetlerinin engellenmesi, örgütlenme ve grev yasaklarının bertaraf edilmesi, devletin tüm gücünün sarayda merkezileştirilmeye çalışılması ve muhalefetin üzerindeki baskılara karşı birleşik bir mücadele verilmesi önerisi bizleri yalnızca sarayın ölümcül politikalarından değil, bundan sonrasında gelebilecek daha tehlikeli politikalardan da kurtarabilecek bir alternatif olmayı sürdürüyor. Bu bağlamda bir araya gelen sınıf örgütleri ve devrimcilerin temel haklar ve özgürlükler için böylesi bir cepheyi, birleşik bir işçi cephesini inşa etmesi bir sorumluluk olarak duruyor.

[1]     Cepheler, eylem birlikleri ve ittifaklar hakkındaki daha önceki incelemelerimiz için bkz: http://iscicephesi.net/2010/10/isci-sinifi-ve-kurtler-cephe-mi-eylem-birligi-mi/ ve http://iscicephesi.net/2011/09/bir-kez-daha-ittifaklar-cepheler-ve-devrimci-partinin-insasi-uzerine/

Yorumlar kapalıdır.