Birleşelim! Onlar elbirliğiyle batırdılar! Biz elbirliğiyle ayağa kaldıralım!

Türkiye topyekûn bir çözülme ve çöküş tehlikesiyle karşı karşıya. Geçmişte milleti korkutarak rıza üretmek için söylenen ama gerçekte aslı astarı olmayan ne kadar tehlike varsa bugün ihtimal haline getirilmiş durumda. Başta ve özellikle Erdoğan-AKP olmak üzere burjuva sağ hükümetler ve doymak bilmez adaletsiz sermaye düzeni bu durumun baş sorumlusudur. İçinde bulunduğumuz süreç bir yanıyla siyasal İslam’ın kriziyken diğer yanıyla ve esas olarak Türkiye kapitalizminin yapısal krizlerinin bir sonucudur.

Türkiye’nin mevcut burjuva düzeninde çıkış için önünde iki tane yol görünüyor: Bir, tüm taraflar anlaşarak bir uzlaşma zemini yaratacaklar. İki, taraflardan biri diğerleri üzerinde kesin bir hâkimiyet kuracak ve istediği düzeni tesis edecek. Lakin hâlihazırda iki ihtimal de gündem dışı. Ufukta ne gerçek bir uzlaşma ihtimali var ne de taraflardan birinin kesin bir hâkimiyet kurması olası görünüyor.

Birinci ihtimal doğrudan Erdoğan’ın politika yapma tarzı nedeniyle zaten devre dışı kalmıştı. Erdoğan, 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarını tanımayarak, Dolmabahçe mutabakatını bozarak vs. bunu göstermişti. Sarayburnu kıyılarında boğulan Yenikapı ruhu da Erdoğan’ın uzlaşmadan anladığının tek adamlık ve herkesin kendisine biat etmesi olduğunu bir kez daha gösterdi. Efkan Ala’nın dahi performans düşüklüğünden işten atıldığı bir rejim arayışından bahsediyoruz. Kısacası gündemde uzlaşma yok.

İkinci ihtimal ancak Erdoğan’ın gücünü ittifaklar yoluyla paylaşmasıyla gündeme gelebilmekte. Bunun ilk sonucu Erdoğan-Gülen savaşına yol açtı. Şimdi Erdoğan dünkü düşmanıyla (“Ergenekon”) dostunun (Gülen) yerini değiştirerek iktidarda kalmaya çabalıyor. Bunun sonucu olarak bir yandan Gülenciler’den boşalan yerlere -muhtemelen kontrolü mümkün olamayacak ve yeni belalara yol açacak- sayısız cemaat ve tarikat doluşuyor. Bir yandan asker toplumsal-siyasal gücünü savaş ve askeri operasyonlar yoluyla tahkim ediyor. Diğer yandan da 1990’lı yılların kötü şöhretli aktörleri ve anlayışı -ki AKP bir yanıyla da bunları temizleme sözü vererek iktidar olmuştu- AKP’ye müstakbel partner olarak sahalara dönüyor.

SADAT AŞ’den Mehmet Ağar’a, Hurşit Külter’den Cizre bodrumlarına, Aslı Erdoğan’dan Necmiye Alpay’a, sistematik işkence ve kötü muameleden kayıp ve infazlara uzanan liste kuşkusuz bir yanıyla ağır insani, siyasi, sosyal tabloya işaret ediyor. Diğer yandan bu tablo hâkimiyeti değil esas olarak iktidarın güçsüzlüğünü ve korkusunu gösteriyor. Kuşkusuz bu durum tabloyu hafifletmiyor, tersine daha da ağırlaştırıyor. Rusya’nın ardından dünyada nüfusa oranla en çok polisin Türkiye’de olması da bu durumun bir sonucu. Ayrıca -“eski” Türkiye’nin meşhur uygulamalarından biri olan- her mahalleye bir bekçi uygulaması da trajikomik bir şekilde gündemde. Kısacası bir polis-asker rejimi/devleti olmanın tüm gereklilikleri iktidar tarafından yerine getiriliyor. OHAL aracılığıyla çıkarılan KHK’ler dâhil Erdoğan liderliğinde bütün bu uygulananlar eğer çözüm ve tedavi ise bunun hiçbir şeyi çözmeyeceğini ve bu tedaviyle hastanın ya öleceğini ya da kötürüm kalacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Şunu açıklıkla ifade edelim. İktidarın bu sıkışma ve zayıflığı Türkiye’yi olağanüstü kırılgan ve yönetilemez hale getirdi. Bildiğimiz Türkiye sona erdi! Türkiye artık her tür enfeksiyona açık, öngörülemez bir ülke haline geldi. Erdoğan-AKP’nin elinde tıkır tıkır işlettikleri bir plan ve ajanda olduğunu düşünenler bu nedenle yanılıyorlar. Erdoğan-AKP ülkeyi yönetemiyor. Ne yaptıklarını bilmiyorlar, el yordamıyla, tamamen gündelik şekilde hareket ediyorlar. Rusya’ya özür, Cerablus’a askeri harekât, içerde-dışarıda Kürtlerle savaş, tutuklamalar, atamalar, kapamalar vs. tümü günü kurtarmaya yönelik, can havliyle yapılmış hamleler. Bu iktidar, bu yozlaşmış sermaye düzeni, bu ülkeyi düze çıkaramaz, bu ülke insanlarının ihtiyaç duyduğu eşitlik, adalet, barış ve özgürlüğü sağlayamaz.

Pekiyi, ne yapacağız? Bu ülkenin insanları, işçileri, emekçileri, kadınları, gençleri yani büyük çoğunluğu oluşturan insanları; emek, özgürlük ve eşitlik temelinde kenetlenirse, din, mezhep, cinsiyet ayrımına gitmeden birleşir ve örgütlenirse bu ülke düze çıkar. Emek ve Demokrasi İçin Güç Birliği bu doğrultuda atılmış çok önemli ama eksik bir adımdır. Bu çerçevede bir kez daha ifade edelim: “Bu girişim, simgesel günlerde gerçekleştirilecek mitinglerle kendisini sınırlamamalı, solun, işçi hareketinin ve demokratik kitle örgütlerinin daha geniş kesimlerini kapsamalı, OHAL’in kaldırılması, içeride ve dışarıda savaş politikalarının sonlandırılması, zorunlu Bireysel Emeklilik Sigortası’nın hayata geçirilmesi, yeni özelleştirme dalgası, kamu çalışanlarının iş güvencesinin ortadan kaldırılması örneklerindeki işçi düşmanı uygulamaların durdurulması gibi somut kampanyalar düzenleyerek kendisini işçi sınıfının, ezilen halkların ve toplulukların düzen dışı seçeneği olarak inşa etmelidir.”

İşçi Demokrasisi Partisi, 6 Eylül 2016.

Yorumlar kapalıdır.