Aslı için duvar yazısı denemesi

Bu gece kentin bütün kadınları ağlamış. Kara gözlükler, çınlayan kahkahalar, rujlu gülümsemeler… Hiçbiri gizlemiyor gözyaşı izlerini. İster birkaç saniye, ister yıllar önce akmış, hangi yeraltı ırmağına karışmış olursa olsun…….. Bizler, kentin öldürülmüş kadınları, incecik, şeffaf cinayetlerde delik deşik edilmiş; bizim için kurulmuş görkemli sarayın bodrumunda toplanmışız. Sıkış tıkış, yan yana, omuz omuza, karşı karşıya…Bir türlü açılamayan kanatlarıyla olduğu yerde çırpınan melekler gibiyiz, dans eden sarhoş melekler…..” *

Binbir çeşit acıyı, insanın insana ve kendine çektirdiği eziyeti, duvarları, taş binaları, insanın hiç bitmeyen ağrısını yazdı. Hırpalarken seni ve beni, kendine hiç ayrıcalık tanımadan daldı geceye. Gündelik hayatta üstünden atladığımız, atlamayı seçtiğimiz şeyleri, mesela sokağın köşesinde çıplak ayaklarıyla oturup kahkahalar atan o adama gerçek bir öykü biçip Taş Bina’yı yazdığında, bugünkünden daha az politik değildi. Kimimiz dilinin ve vicdanının izinden giden ve bizi ruhlarımızdan yakalayan bu kadına yıllardır hayranız, kimimiz yeni tanışıyoruz onunla.

Duvarlarla, eziyetlerle, her tür ayrımcılıkla, işkenceyle hiç yorulmaksızın yüzleşmiş bu kadın, şimdi duvarlar içinde. Bizse dışardayız, utanarak.. Yazarın yazdıkları geleceğe, kendine dair bir kehanet taşır mı? Bu soruyu başka zaman sorsak güler geçerdik, şimdi gülemiyoruz. Ne yazık ki, Didem Madak gibi Aslı Erdoğan’ın hayatı da bu soruda sonsuzca durduruyor bizi şimdi.

İnsan nerde bir duvar görse güzelleştirmek ister. Neden? Bu yazı Aslı’nın duvarını güzelleştirmeye yetmese de, o duvarda bir ses olmak için yazıldı belki de. Daha doğrusu onun bir zamanki sesini tekrarlamak için.

O uzak diyarda, güneş batar batmaz karanlığa gömülen bir bina varmış. Her diyarda olan taş binalardan… Hatırlıyor musun? Karanlıkla birlikte uçsuz bucaksız, dipsiz bir sessizlik çökermiş. Ölümden de korkunç kabusları bilmeyenler, buna ölüm sessizliği derler. Aslında, sessizliğin içindeki sesleri, yokluğun soluk alıp verişini duymadıklarındandır bu.

Ve o korkunç karanlık çöktüğünde, ay ışığı, beyaz saten eldivenli parmaklarıyla demir parmaklıkları okşarmış. Soluk altın renkli, mükemmel, kocaman bir yüreği vardır onun. Ama böylesi bir yürek karanlıkla baş edemez. Zaten insanlar demir parmaklıkları içlerindeki karanlık dışarı sızmasın diye icat etmediler mi?”**

ben, ben değildim

karanlık nefesi duvarın

kabarıp döküldü içime

zorlukla kesip biçtim bir rüyayı

karanlığın sessiz uğultusundan

taşın hüznünden

çıldırmamanın dalını yeşerttim

gecenin zehirli nefesiyle

durmadan yükselen o duvarda

ve işte burdayım!..

ve şimdi kentin bütün kadınları, sarhoş melekler hep yanı başında, hep duvarın dibinde.

*Aslı Erdoğan’ın Hayatın Sessizliğinde kitabı Sonsuzluğa Dair bölümünden

**Sabah Ziyaretçisi öyküsünden

Yorumlar kapalıdır.