Kamu emekçilerine yönelik saldırılar devam ediyor

Kamuda görevden uzaklaştırmalar ve işten çıkarmalar hız kesmeden devam ediyor. Son olarak 1 Eylül’de 672 sayılı KHK ile binlerce emekçi kamu görevinden çıkarıldı. Böylece başarısız darbe girişiminin ardından kamuda işten çıkarılanların sayısı 50 bine yaklaştı. Milli Eğitim Bakanlığında çalışan 28 bin kamu emekçisi, YÖK bünyesindeki 2 binin üzerinde akademisyen tasfiye edildi.

Bu denli büyük tasfiyelerin iki ay gibi kısa bir sürede yapılmış olması, tasfiyelerin amacının sorgulanmasına neden oluyor, akla bazı sorular getiriyor: Darbeden önce hükümetin elinde Fethullah Gülen’in takipçilerine ilişkin uzun bir liste mi vardı? Eğer hâl böyleyse, işten çıkarılanların Fethullahçı olduğuna dair somut ve ikna edici delillerin ortaya koyulması gerekir. Aksi hâlde hükümetin gerçekleştirdiği tasfiyeler tartışılır hâle gelir, geldi de…

Fethullahçı avı, çoktan cadı avına dönüşmüş durumda. 15 Temmuz’un ardından darbecilerle mücadele kisvesi atında olağanüstü hâl ilan eden hükümetin, kanun hükmünde kararnameler aracılığıyla emekçilere yönelik bir tasfiye dalgası başlattığı herkesin malumu. KESK üyesi binlerce emekçi, hiçbir gerekçe gösterilmeksizin açığa alındı ya da KHK’larla kamu görevinden ihraç edildi. Erdoğan’ın tasfiyelerin PKK sempatizanlarına yöneleceğini ilan etmesiyle özellikle Kürt illerinde binlerce öğretmen işten atıldı. Kamudaki işten çıkarmaların amacı, hükümetin 15 Temmuz sonrası düzeni yeniden tesis etme ve devlet bünyesinde hiyerarşi dışında faaliyet yürütenleri ayıklamaktan ziyade, hükümete muhalif kesimleri tasfiye etmek. Muhaliflerin tasfiyesi ise, 15 Temmuz darbe girişiminin destekçileriyle mücadeleden çok daha büyük bir planın parçası.

Hükümetlerin vatandaşlara vaatlerini yerine getirdikleri sık rastlanan bir şey değildir. Ancak, konu emekçilerin haklarını gasp etmek olunca hükümetin tüm vaatlerine inanabiliriz. Devlet, bütün birimleriyle oturup Onuncu Kalkınma Planı (2014-2018) denilen beş yıllık bir plan hazırlamış. Bu planın, “kamu insan kaynakları” yan başlıklı 380. paragrafında, kamu emekçilerinin geleceğine yönelik hedefler konusunda bakın ne deniyor: “… esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılması ve işlevsel bir performans değerlendirme sisteminin geliştirilmesi hedeflenmektedir (380)”. Esnek çalışma ve performans değerlendirmesi… Emekçilerin geleceksizliğe ve güvencesizliğe mahkum edilmesinin diğer adı.

Onuncu Kalkınma Planı’nın önemli bir ayağı, siyasetçiler tarafından yıllardır dillendirilen, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa ilişkin kapsamlı bir reformdur. 657 sayılı Kanunda kamu emekçilerine tanınan kısmi iş güvencesinin, yani kadrolu ve sürekli çalışma hakkının devletin sırtında bir yük olduğu söylenegelmiştir. Malum, neoliberal dünyamızda kamu harcamalarını mümkün olduğunca azaltmak; kamu görevlilerin iş güvencesi ellerinden almak gerekir. Onuncu Kalkınma Planında sıkça sözü edilen performans değerlendirmesi ve esnek çalışma kavramları, tıpkı özel sektörde olduğu gibi kamu emekçilerini her an işten çıkarmaya uygun bir istihdam sistemine işaret ediyor.

Bunun yolu da, kadrolu çalışmanın yerine sözleşmeli çalışmayı kural hâline getirmekten geçiyor. Sözleşmeli çalışmanın egemen olduğu bir sistemde, liyakat esasına göre çalışma tamamen ortadan kalkacak gibi görünüyor. Bugün bile şaibeli mülakatlarla işe alımlar yaygınken, idari yetkililere büyük bir takdir yetkisi veren sözleşmeli istihdam sisteminde yaşanacak insan kayırma ve keyfiyetin boyutu ürkütücü olacaktır. Dahası, ne olduğu belirsiz ve nesnel ölçütlere dayanmayan performans değerlendirme sisteminin, ihtiyaç hâlinde kitlesel işten çıkarmalar gerçekleştirmek ve siyasi muhalifleri tasfiye etmek amacıyla kullanılacağını söylemek için müneccim olmaya gerek yok.

Zaten akademi, tüm kamu sektörüne yönelik gerçekleştirilmek istenen emekçi düşmanı reformun ilk uygulama alanı oldu. Olağanüstü hâlin verdiği yetkileri fütursuzca fırsata çeviren iktidar, 674 sayılı KHK ile binlerce ÖYP’li asistanı bir gecede Yükseköğretim Kanunu’nun 50/d maddesinde düzenlenmiş olan statüye geçirdi. Böylece ÖYP’li asistanlar, yüksek lisans ya da doktora eğitimlerini tamamladıktan sonra işlerini, sahip oldukları iş güvencesini yitirmiş bulunuyorlar. Oysa bu düzenlemeden önce, görevlendirildiği üniversitede eğitimini tamamlayan asistan, kendi üniversitesine dönerek çalışma imkânına sahip olacaktı. Uzun vadede, asistanlar için iş güvencesi anlamına gelen 33/a kadrolarının tamamının 50/d kadrosuna geçirilmesi ise hiç uzak değil.

Kamu emekçilerinin iş güvencesine yönelik hükümet cephesinden sınıfsal saldırılar hızlanırken muhalefet partileri başta olmak üzere toplumsal muhalefet, olağanüstü hâl ve KHK’ların sınıfsal boyutunu ıskalıyorlar. CHP, “kurunun yanında yaş da yandı” söylemiyle, Fethullahçı olmayan kamu görevlilerine yönelik görevden uzaklaştırma ve işten çıkarmaları eleştirdiği hâlde, iş güvencesinin tahrip edilmesi konusunda sessiz kalmayı tercih ediyor. Benzer bir şekilde birçok muhalefet odağı ve emek örgütü, işten çıkarmaların muhalifleri susturmak amacına yöneldiğine dikkat çekiyor; buna rağmen iş güvencesi talebini seslendirmiyor. Oysa işten çıkarmalar ve toplumsal baskı politikalarının yöneldiği gerçek amaç, iş güvencesinin yok edecek yapısal reformu gerçekleştirmek için uygun bir ortam yaratmak. İşten çıkarma tehdidiyle sindirilen emekçilerin, kapıdaki reforma direnmeyeceği umuluyor.

Ne var ki, özel sektör çalışanlarının kıdem tazminatının bir fona devredilerek fiilen gasp edilmesine ilişkin reform gibi, kamu emekçilerinin iş güvencesini tamamen ortadan kaldırmaya yönelik 657 sayılı Kanun reformu da kapıya dayandı. Gerek özel sektör gerekse kamu çalışanlarının iş güvencesinin savunusu temelinde bir acil eylem planının oluşturulması bir zorunluluk hâle gelmiş vaziyette. Onuncu Kalkınma Planı ortada: Yani onların uzun süredir bir planı var, ya bizim planımız ne?

Yorumlar kapalıdır.