Avrupa: Faşizme doğru adımlar

Epeyden beri, 2008 derin dünya ekonomik krizinin ardından dünyanın pek çok ülkesinde, bu arada Avrupa’da da hükümetlerin giderek baskıcı, rejimlerin de Bonapartist karakter kazanmaya başladığını söylüyoruz. Bonapartizm kulağa yabancı bir sözcük olarak geliyor, ama bu tanımı rejimleri faşizmden ayırmak amacıyla kullanmak zorundayız. Marksist usta Nahuel Moreno, Bonapartizmi faşizmden önceki son durak olarak tanımlar. Her ikisi de diktatörlük rejimidir ve büyük patronların bekasına hizmet eder; ama faşizmi Bonapartizmden ayıran en önemli unsurlardan birisi, aşırı milliyetçi, ırkçı, lümpen ve sefil kitleleri silahlandırıp işçilerin, emekçilerin, sosyalistlerin ve demokratların üzerine saldırtmasıdır.

Bonapartizm ise bu amaçla esas olarak devletin elindeki asker, polis, savcılar, mahkemeler gibi “resmi legal” araçları kullanır. Askeri diktatörlük bir Bonapartist rejimdir; baskısını doğrudan orduya ve polis kuvvetleriyle dikte eder. Ama Bonapartizm başka biçimler de alabilir: çalışır gibi görünen parlamenter sistemlerde de, yasal yasama, yürütme ve yargı güçlerinin ardında rejimi yönlendiren eden sivil veya asker-polis güçleri bulunabilir ve asıl devlet idaresi bu güçlerin elindedir. Ya da bir burjuva parti, seçimler sonucunda ele geçirdiği hükümet gücünü, anayasal ve meclis oyunlarıyla neredeyse bir tek parti diktatörlüğüne dönüştürebilir ve tüm muhalefeti bu sözde “halktan aldığı yetki” ile ezip silmeye çalışabilir, rejime bir Bonapartist nitelik kazandırmaya yönelebilir.

Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi bazı Avrupa ülkelerinde de olan bu sonuncusu. Polonya ve Macaristan gibi ülkelerde demokratik seçimlerle parlamentoda çoğunluk oluşturan ve tek başına iktidar olan hükümetler, geleneksel demokratik uygulamaları bir kenara atarak, yasama, kolluk güçleri, ordu gibi devlet organlarını kendi yandaşlarıyla doldurmakta ve tüm muhalefeti, işçi-emekçi örgütlerini ezmeye, tasfiye etmeye yönelmekteler. Bir anlamda, liderleri (Bonapart) çevresinde örülen bir tek parti diktatörlüğü oluşturmaya çalışmaktalar.

Ama bazen bu da yetmiyor ve işçilerin ve emekçilerin güçlü direnişi karşısında hükümet “son durağa”, yani faşizme doğru yol almaya karar verebiliyor. Geçen ay sonunda bunun örneğini Polonya’da gördük. Ekim ayı başında iktidar partisinin parlamentoda kadınların kürtaj hakkını yasaklamaya yönelmesinin ardından yüz binlerce kadın sokakları doldurarak, hükümetin bu girişimine karşı çok güçlü bir yanıt verdi. Bu Polonya’daki Bonapartist rejimin her istediğini yapamayacağının, kitle direnişinin güçlenmekte olduğunun bir işaretiydi. Bunun üzerine hükümet yeni bir yöntemi, açıkça faşist bir girişimi gündeme getirdi.

Hükümet, Bölgesel Savunma adlı paramiliter grupların kurulmasına karar verdi. Ülkenin tümünde sivillerden oluşacak olan 17 tugayın amacı “Polonya ulusunun sivil güvenliğini ve kültürel mirasını korumak; devlete yönelebilecek olan askeri olmayan tehditleri savuşturmak; ülkenin Hıristiyan ve yurtsever niteliklerini güvence altına almak” olacak. Dolayısıyla da hükümete muhalif olan demokratik partiler, akımlar ve çevreler sadece takip edilmekle kalmayacak, ama aynı zamanda vatan hainliği, terörizm ve yalan haber yayma gibi suçlamalarla takibata uğratılacak. Kısacası, gözü dönmüş gericiler, ırkçılar, faşistler gibi serseri birlikler halkın üzerine sürülecek.

Bu elbette bir Avrupa ülkesinde gelişmeye başlayan son derece tehlikeli bir gelişme ve sadece Polonya’da değil, tüm Avrupa düzeyinde yanıtlanması, karşısında mücadele edilmesi gereken bir girişim. Ama Polonya’daki bu planın ve girişimin evrensel bir strateji olduğunu ve benzer başka ülkelerde de gündeme getirilebileceğini unutmamamız gerekiyor. Türkiye’deki AKP iktidarı şimdilik klasik Bonapartist baskı yöntemleriyle (asker, polis, yargı, idari bürokrasi, vb.) sağını solunu sindirmeye çalışıyor. Ve bütün bunları Şefinin ve partinin etrafında kümelenmiş (başta inşaat sektörü olmak üzere) oligarşik burjuvazinin çıkarları adına gerçekleştiriyor. Ama yarın, gerçekleştirmek istedikleri diktatörlük rejimini salt bu aygıtlarla kuramayacaklarını gördüklerinde, tıpkı Polonya’da olduğu gibi faşist ve İslamcı serseri gruplarını silahlandırarak emekçi halkın üzerine sürebileceklerini de unutmamamız gerekiyor.

AKP hükümetine karşı demokratik haklar uğruna verilen ve verilecek olan işçi-emekçi mücadelesini örmeye çalışırken, faşist seçeneğin de burjuva Bonapartist rejimin kasasında her an çıkarılmak üzere saklı tutulduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız.

Yorumlar kapalıdır.