Teröre karşı mücadele cephesi!
Türkiye, “teröre karşı mücadele” adı altında, “birlik ve beraberlik” içinde emekçilere yönelik bir “terör rejimine” sürüklenmek isteniyor. Bu nedenle “milli seferberlik” dahi ilan edildi!
Bu gidişata karşı ne yapılması gerektiği sorusunun cevabı genel tekerlemelerin ötesinde büyük önem taşımaktadır. “Tayyip’in gizli ajandası” veya “Bunlar şeriatı getirecek!” gibi “geyik muhabbetlerinin” ötesine geçilmelidir. Durum gerçekten vahim. Tehlike, sadece Saray’ın elindeki devlet gücüyle tamamlamaya çalıştığı bir “iç savaş rejimi” sürecinden değil, aynı zamanda bu sürecin harekete geçirdiği ve geçireceği denetimli veya denetimsiz karşıdevrimci dinamiklerden de kaynaklanıyor. Rejimin, varlıkları giderek aleniyet kazanan paramiliter güçlerinin yanı sıra, mesela faşistler, İslamcı-faşistler, çeşitli radikal İslamcı gruplar, toplumsal bir taban kazandığı açık olan IŞİD’çiler, Suriye ve Irak’ta boy gösteren ve Türkiye’de de kolayca örgütlenebilecek selefi gruplar bu “şenliği” kaçırmak istemeyeceklerdir! Ayrıca Suriye’de çeşitli operasyonlar için devletimiz tarafından eğitilip örgütlenip donatılmış “ÖSO”cuları iç toplumsal ve politik çatışmalarda göreceğimizden kimsenin şüphesi olmasın!
Doğru bir savunma hattı
Bu şartlar altında öncelikle doğru bir “savunma hattı” oluşturulması büyük önem kazanıyor. İktidar, bugüne kadarki “başarılarını” muhalefetin böyle bir savunma hattını oluşturamamasına veya bu hattı yanlış bir temelde oluşturmasına borçludur. Bu hat, başlangıçta mümkün olan güçlerin birliği üzerinden kurulmaya başlansa da, gerçek toplumsal güçleri ve toplumsal karşılığı olan güçleri (zaten gerçek bir güç olmanın en önemli şartı budur) kapsamadığı sürece etkisiz kalacaktır. Bu aynı zamanda “karşı tarafta” kalan güçlerimizin, yani gerici partilere oy veren emekçilerin kazanılmasının zorunlu olduğu anlamına de gelmektedir. İktidarın devamını sağlayan, bir “sosyal yardım” ağı vasıtasıyla zenginle yoksulu bir arada tutan sahte cemaat dayanışmasını parçalamanın tek yolu işçi sınıfı eksenli, sınıf mücadelesini temel alan bir cephedir. Ancak böyle bir cephe bir yandan sınıf güçlerini ve toplumun ezilen kesimlerini bir araya getirirken, öte yandan, güç kazandığı oranda iki taraf arasındaki kararsız unsurları da yanına çekebilecek veya tarafsız kalmalarını sağlayacaktır. Aksi halde toplumun ezilenlerinin, bugün başta Avrupa olmak üzere dünyanın pek çok yerinde görüldüğü üzere, çeşitli gerici güçlerin peşine takılması kaçınılmazdır. Görece güçlü işçi sınıfı partilerinin olmadığı, sınıf mücadeleci sendikaların gücünün çok sınırlı ve büyük çoğunluğu örgütsüz işçi sınıfın ciddi bir siyasi gerilik içinde olduğu koşullarda bir “emek cephesinin” kurulmasının bütün güçlüklerine karşın, bu yolda çaba sarf edilmesi zorunludur. Elimizden gelenin bu olduğu bahanesi veya “aşamacı” mantığın malûm “ideolojik” gerekçeleriyle zaten tabanının hemen hemen tamamı emekçilerden oluşacak (aynı Gezi’de olduğu gibi) bir ittifakı “demokrasi” adına burjuvazinin peşine takmak affedilmez bir hata olacaktır.
“Sınıf indirgemeciliği” mi?
Bunun bir “sınıf indirgemeciliği” olduğunu söyleyenler çıkabilir. Böyle bir cephenin programının bugün çok ağır bir tehlike altında olan demokratik hak ve özgürlükler ve laiklik talebini içereceği ortadadır. Ancak böyle olması mücadelenin burjuvazinin kuyruğuna takılmasının veya burjuvaziyle ittifakın gerekçesi olamaz. Aksine burjuvaziden kopulduğu oranda emekçiler ve onların Türkiyesi adına bir başarı şansı vardır. Bunun anlamı demokrasi, özgürlük ve laiklik talebini, geçmişin (aslında hiç yaşanmamış) “altın çağına” dönmek için değil, sınıfsal bir perspektifle geleceğimize yönelik olarak savunmaktır. Sınıf mücadelesini esas almak, mücadeleyi “fabrika-sendika-toplusözleşme” alanına sıkıştırmak değil, aksine toplumsal alana yaymaktır. Bilindiği üzere işçi sınıfı sadece bir “ekonomik sınıf” değil, esas olarak bir “toplumsal sınıf”tır. Bu nedenle sınıf mücadelesinden kastımız, bu mücadeleyi ve sınıfsal bir programı toplumun bütün alanlarına taşımaktır. Gidişatın yönünü emekçilerin lehine değiştirebilecek tek unsur sınıfsal güç ilişkileri ve dengelerindeki değişimdir. Pek çok örneğin yanı sıra Bursa’daki “Metal Fırtına”nın da kanıtlandığı gibi, günlük hayatlarında AKP veya MHP yanlısı olan çok sayıda işçinin yoğunlaşmış bir sınıf mücadelesi içinde, bir grevde, direnişte veya fabrika işgalinde ciddi bir bilinç sıçraması yaşadığı görülmüştür. Birbirinden farklıymış gibi görünen çok sayıdaki “dolayımlar” üzerinden yürüyen tarihsel sürecin son kertede iktisadi unsur tarafından belirlendiği bir gerçektir. Bizim memlekette de siyasi iktidar dahil pek çok şeyin kaderi, nihayetinde, hâlâ sürmekte olan ve başta Avrupa, dünyanın birçok bölgesini siyasi olarak altüst eden dünya krizinin basıncı altındaki iktisadi alanda belirlenecektir. Bu memlekette herkesin çok iyi bildiği gerçek, seçmen davranışlarının (buna toplumsal anlamda başka davranışları da ekleyebilirsiniz) görece uzun vadede iktisadi durum tarafından belirlendiğidir. Bugünün şartlarında, bu “uzun vade” siyasal koşulların da etkisiyle bir hayli kısalabilir. Ancak bu durum bize kendiliğinden “devrimci” garantiler sağlamaz. Ama bazı olanaklar sağlayabilir. Egemen sınıflardan ideolojik ve politik olarak bağımsız devrimci bir önderliğin ve öznenin olmadığı durumlarda iktisadi krizler karşıdevrimci sonuçlar verir. Bu nedenle devrimci sosyalistler tarafından yapılacak her türlü cephe ve ittifak önerisinin her şeyden önce toplumsal “özne” ve bu güç birliklerinin sınıfsal karakteri sorununa doğru cevaplar vermesi gerekmektedir. Gezi’nin duraklayıp geri çekilmesine yol açan “özne” sorunu, çözülememesi halinde içinde yol aldığımız bu tehlikeli süreçte çok daha vahim sonuçlar verecektir. Bu durumda mesele “en iyi ihtimalle” burjuvazinin kendi içinde ve elbette bedelini yine bizlerin ödeyeceği şartlarda çözülür; ya da en kötü ihtimaller gerçekleşir…
Neleri temsil etmeli?
Türk ve Kürt emekçilerinin birliğini ve bütün ezilenlerin mücadelesini temsil etmesi gereken böyle bir mücadele cephesi, her şeyden önce emek örgütlerini, sendikaları, emek eksenli siyaset yapan güçleri, işçi sınıfı içinde örgütlenebilmiş veya örgütlenmeye çalışan partileri, her türlü sınıf mücadelesini, grevi, direnişi, işgali, sendikalaşma kavgasını kapsamak zorundadır. Bu, sınıf mücadelesinin çeşitli alanlarını ve tek tek sınıf mücadelelerini birleştirebilecek bir kutba dönüşebildiği oranda güçlenecek, etkisini artırabilecek bir cephe olmalıdır. Üretim içindeki konumuyla sistemin “sinir uçlarını” etkileyebilecek bir gücü esas almayan cephelerin başarı şansı yoktur. Üstelik her şeyin altüst olduğu koşullarda böyle bir toplumsal gücün yokluğu, mücadeleyi kimin kime vurduğu belli olmayan “ilkel” bir boğuşmaya, kanlı bir kaosa dönüştürecektir. Türkiye yeniden “toparlanacaksa” bu işçi sınıfı önderliğinde olmalıdır.
Son olarak bir mücadele cephesinin sadece “tepelerde” değil, “tabanda” da gerçekleşmesi gerektiğini belirtelim. Bu, ittifakın temellerinin aynı zamanda fabrikalarda, işyerlerinde, mahalle ve semtlerde, okullarda, sokaklarda atılması anlamına gelir. Buralarda bir araya gelip örgütlenemeyen hiçbir ittifakın mücadele şansı yoktur. Elbette “bayrakları karıştırmadan”, ancak, ortak mücadeleyi, savunmayı birlikte örgütleyerek, birbirimizin yardımına koşarak…
“Teröre karşı mücadele” ancak bu şekilde kazanılabilir, “birlik ve beraberlik” ancak bu yolla sağlanabilir, bağımsız ve özgür “yeni Türkiye” ancak böyle kurulabilir…
Çözüm, iktidarın ilan ettiği “milli seferberliğe” karşı “sınıf seferberliğidir!”
Yorumlar kapalıdır.