Şam nere İdlip nere…!

Nerelerden nerelere! Sen bir zamanlar “Şam fatihi” olmaya heveslen sonra da İdlip’e bekçi olarak tayinin çıksın! Akıllarına gelmeyen başlarına geldi! Tabii, biraz abartıyoruz, ama durum bir yönüyle aşağı yukarı böyle.

Astana görüşmelerinin sonucunda Suriye’de kurulan dört çatışmasızlık bölgesinden biri olan İdlip’te, selefi cihatçı örgütlerin bulunduğu kesimde kontrol ve gözlem işi Türkiye’ye verildi. Rejim güçlerinin bulunduğu bölgede ise bu işleri Rusya ve İran yapacak. Tabii, Rus uçağının düşürülmesinin ardından Suriye’de parmağını oynatamaz duruma gelen Türkiye için büyük nimet. Elbette Rusya ve İran’ın iyi niyetinden değil, gerekli olduğu için. Türkiye’ye verilen el Bab’a harekât izninden sonra, adı geçen bu iki etkili güç tarafından eni boyu hesaplanmış bir adım. Gerekli, çünkü kendini iyice devre dışı bırakılmış hissedecek bir Türkiye’nin öngörülemez muhtemel girişimlerinin en azından kontrol altında tutulması gerekiyor. Bunun yanı sıra ABD ile bu güne kadar görülmemiş ölçüde ciddi sorunlar yaşayan Türkiye’nin bölge politikasında ABD’ye yanaşmak zorunda kalmadan “nötr” bir çizgide tutulması hedefleniyor. “Nötr” diyoruz, çünkü Rusya ve İran’ın,  kısmen “şantaja” ve Abdülhamidvari denge oyunlarına dayalı bir dış politika uygulayan, yarın öbür gün ne yapacağı ve ne olacağı belirsiz bir Türkiye’ye güvenmeleri mümkün değil. Tabii, bu aslında orası burası oynayan “tarafsızlık” hali, hareketsizlik anlamına gelmiyor; Türkiye iç politikasının odaklandığı rejim ve iktidar sorunu düşünüldüğünde bölge politikasında Türkiye’nin iki tekerlekli bisiklet misali, hareketsiz kalması imkânsız; mutlaka, ama mutlaka pedala basması gerekiyor; Rusya ve İran da bunun farkında. Tabii, İdlip’teki “bekçilik” görevinin bir başka nedeni daha var. Suriye’deki “uluslararası karşı devrim cephesinin” aktif ve önde gelen bir üyesi olarak Türkiye’nin, işin başından beri ilişkide olduğu silahlı selefi-İslamcı gruplar üzerindeki etkisini kullanması isteniyor. Türkiye bu işi Halep’in İslamcılarca elde tutulan bölümünün Esat rejimine teslim edilmesinde layıkıyla yerine getirmişti. Şimdi Halep’i ve bu arada başka yerleri terk eden silahlı İslamcı örgütlerin İdlip’te toplanmış olmaları Türkiye’nin aynı görevi burada da yerine getirebileceğini gösteriyor. Çünkü, İdlip’i Mart 2015’te ele geçiren Fetih Ordusu, Temmuz 2012’den beri Doğu Halep’i elinde tutan (Çoğu Türkiye ile de bağlantılı) güçlerin bir bölümü tarafından kurulmuştu. Yani konu Türkiye’nin uzmanlık alanı içinde görünüyor. Tabii bu defa eski müttefik, bir süre önce birtakım birleşmelerle “Heyet Tahrir el Şam” (HTŞ) adını alan “terör listesindeki”  Kaideci Nusra Cephesi ile işler biraz limoni. Örgüt, kısa bir süre önce, Türkiye’nin yakın müttefiki olan (yine Kaide kökenli) Ahrar üş Şam’ı ve Türkiye hesabına ÖSO adını kullanan diğer örgütleri silah zoruyla vilayetin kıyı köşe yerlerine sürüverdi. İdlip merkezinde şu anda HTŞ hâkim. Bu nedenle Türkiye’nin “kendi ÖSO’su” ile birlikte düzenlediği İdlip harekâtının ciddi bir çatışma olmadan (şimdilik) sonuçlanması bu Kaideci örgütle yaptığı bir anlaşma ile mümkün oldu.

Sadece “bekçilik” mi..?

Yukarıda “bekçilik” yakıştırmasının biraz abartılı olduğunu söylemiştik. Elbette yeni rejim bununla yetinemez; çünkü ayakta kalması, içerideki bazı tehlikeli işlerin yanı sıra dışarıda da bazı girişimlere bağlıdır. Epeydir emperyalist sitemin krizinin yol açtığı hegemonya boşluğunda, uluslararası güç ilişkilerindeki çatlak ve çelişkiler arasında kendine “özerk” bir yol ve rol arayan Saray rejimi kaçınılmaz olarak daha fazlasının peşindedir. Bu nedenle hem Suriye’nin geleceğine ilişkin kurulacak masada yer alma, hem de iç savaşın bir daha harlaması durumunda mesela “ÖSO” adını verdiği “şey” aracılığıyla, (hatta kim bilir, belki de ABD desteğiyle!) savaşta daha aktif ve önder bir konum kazanma hesapları yaptığını tahmin edebiliriz. Tabii, çok daha “gerçekçi” ve öncelikli bir başka hesaptan da söz etmek gerekiyor: Kendininki yetmiyormuş gibi Suriye’deki Kürt sorununun da halli! Unutulmasın Türkiye’deki “Çözüm Süreci”nin renk değiştirmeye başlamasında, rejim değişikliği sürecinin yanı sıra, Kobane’nin ve Rojava devriminin IŞİD saldırısına karşı direnip hayatta kalmasının büyük rolü vardır. Saray iktidarı için çok “moral bozucu” olan bu sonuç, PYD-YPG’yi uluslararası planda hesaba katılması gereken bir güç haline getirirken PKK’de de bir özgüven patlamasına yol açmıştır. Bu durum aynı zamanda ABD’nin Suriye Kürtleriyle askeri ittifakının başlangıç noktası olmuştur. Bütün bunların bir araya gelmesi Türkiye’deki savaşın yeniden patlamasına ve aynı zamanda ABD ile ilişkilerin hızla bozulmasına neden olmuştur. ABD Türkiye’nin “terör örgütü” dediği PYD-YPG’ye büyük ölçüde silah desteği vermekte ve onunla IŞİD karşıtı askeri operasyonlara girişmektedir!

Önce Kürtler..!

Türkiye’nin bölge politikasının bir dizi iflasın ardından Kürt sorununun kıskacına girmesinin yol açtığı “iç sıkıntısıyla” Türkiye’yi bölgeden koparacağı düşünülen bir Kürt zincirinin tamamlanma endişesi, kendi bekasını ülkenin bekası olarak gören Saray rejimini öncelikli olarak bu sorunun halline yöneltmiştir. İnisiyatifi elinde tutan uluslararası güçlerin kısmi izniyle gerçekleşen önce el Bab ve şimdi de İdlip harekâtları, IŞİD veya ateşkesin güvenliği gibi nedenler ön plana çıkartılsa da esas olarak özerk Rojava kantonlarının birleşmesini önlemeye yöneliktir. İdlip’teki askeri konumlanmanın Rojava’nın Afrin Kantonu’na da yönelik olması, Türkiye’nin elindeki “ÖSO” unsurlarını YPG’ye karşı kullanma hazırlığı, arada bir Afrin’i topa tutması ve “Bir gece ansızın vurabiliriz” söylemi bu niyetin kanıtıdır. Kürt sorununun hem içerideki hem de dışarıdaki haliyle Türkiye için bir “iktidar sorunu” olduğu düşünüldüğünde İdlip’in de sorunun bir parçası olması kaçınılmazdır!

Hem ağlarım hem giderim..!

İdlip meselesinin iç politikamızla ilgili bir diğer yönü de, burjuva muhalefetinin acınası halini ortaya sermesidir. Plaka işine giren MHP’ye bir sözümüz yok! Ancak CHP’nin “Hem ağlarım hem giderim” misali, iktidarın peşine takılarak savaş tezkerelerine oy vermesi ibretlik bir durumdur. Kılıçdaroğlu’nun hem tezkereyi destekleyip İdlip harekâtına onay vermesi, hem de “gelecek her şehidin sorumlusu Erdoğan olacaktır!” demesi trajikomiktir. Her kanattan Türk milliyetçisinin Kürtlere günyüzü göstermeme tavrı, RTE’nin yeni rejiminin en başta gelen araçlarından biridir; rejimi şimdilik ayakta tutan ittifakın temeli Kürt halkına olan ortak düşmanlıktır. Bu “ortak ülkü” yeni Bonapartist rejimin hayatta kalabilmek için girişebileceği sınır ötesi maceraların, sonu yıkım olacak savaşların da “meşruiyet” kaynağıdır.

Yeniden Suriye için…

Herkes “babasının çiftliği” gibi davransa da ülkenin diğer yerleri gibi İdlip de Suriye halkına aittir. İşlerin bu duruma gelmesinin nedeni, Ortadoğu ve Kuzey Afrika devrimci dalgasının bir parçası olarak doğan Suriye’deki devrimci halk hareketinin, içinde sözüm ona karşıt güçlerin yer aldığı bir “uluslararası karşı devrim cephesi” eliyle boğulmasıdır. Emperyalizmin, her türlü uluslararası gericiliğin, her türlü yerel ve bölgesel gericilikle, hemen her türlü aracı kullanarak el ele yürüttüğü operasyonlar Suriye’de büyük bir toplumsal çözülmeye ve fiziksel yıkıma yol açmıştır. Aynı süreç, neoliberal polis rejimine karşı çıkan halk muhalefetini de parçalamıştır. Muhalefetin bir bölümü emperyalizmin, bölge gericiliklerinin, gizli servislerin, silah ve paraya boğulan İslamcıların, işbirlikçi burjuva muhalefetinin ve polis rejiminin yol açtığı tehdit karşısında geri çekilmiş; bir diğer bölümü de İslamcıların ele geçirdiği bölgelerdeki yıkıntılar arasında, zaman zaman İslamcı-şeriatçı zorbalığa karşı da direnerek varlığını sürdürmeye çalışmıştır. Neticede tarih karşımıza bir kere daha “önderlik bunalımı” sorununu çıkarmış ve devrimci bir sınıf önderliğinin yokluğunun insanlığı nasıl bir “barbarlığa” maruz bırakacağını göstermiştir. Evet, Suriye’de barış talep edilmelidir; ancak eski rejimin ihyası, gericiler arası bir koalisyonun kurulması, emperyalizmin denetiminde bir “demokratik gericilik” veya ülkenin her bir parçasının birilerinin elinde kalması amacıyla değil, Suriyeli emekçilerin özgürlükleri ve toplumsal kurtuluşları yolunda birleşebilmeleri ve Suriye’yi yeniden kurabilmeleri için.

Yorumlar kapalıdır.