Okur mektubu: İşgal, grev, direniş!

Geçen günlerde mecliste oy çokluğuyla iki yasa çıkartıldı. İlki işçilerin geleceğini yakından ilgilendiren zorunlu arabuluculuk yasası; ikincisi ise kendi zevküsefalarının devamı için, çalışan ve emekli olan milletvekillerinin, eski ve yeni cumhur reislerinin maaşlarına zam yapılan yasa.

Çıkartılan ilk yasa; işçilerin grevlerle ve direnişlerle sayısız eylem yaparak kazandığı kıdem ve ihbar tazminatı, fazla mesai ücreti, yıllık ücretli izin alacağı, sendikal tazminat davaları ve işe iade davalarını bir şekilde ortadan tamamen kaldırmanın ön hazırlığı olarak gündeme getirildi. Sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin, işçilerin ve emekçilerin tepkilerini ölçüp bir sonraki saldırılarını hazırlamak amacıyla önden sunuldu; fabrika patronları işçileri kolayca, istedikleri zaman, çekinmeden kapının önüne koyabilsinler diye adına zorunlu arabuluculuk yasası verilerek getirildi.

Peki arabuluculuk nedir? Biz işçileri bu zorunlu arabuluculukta neler bekliyor? Uzun yıllar mücadele edip bedel ödeyerek kazandığımız haklarımızdan neler çalınıyor? Bunları iyi okumalıyız. Örneğin, çalıştığımız fabrikalarda birçok sorun var (uzun çalışma saatleri, mesai ücretlerinin elden verilmesi, iş güvenliğinin olmaması, yemeklerin çok kötü olması). Kısacası kuralsız çalışma diz boyu, patron için cennet, işçiler için cehennem koşulları her gün yaşanmakta ve çok ciddi boyutlarda hak kaybı olmakta. Bugüne kadar bu hak kayıplarına karşı neler yapıyorduk? İşçiler olarak kuralsız çalışma ve hak kayıplarına karşı bir araya geliyor ve iş kolumuza uygun olan sendikaya üye oluyorduk. Patron bizim sendikaya üye olduğumuzu öğreniyor ve bizi fabrikanın önüne koyarak işten atıyordu. Biz de gasp edilen haklarımız için, avukatımızla birlikte, iş mahkemesine dava açıp, gasp edilen haklarımızı mahkeme yoluyla kazanıyor; mahkeme sürecinde alamadığımız maaş ücretlerini de topluca alıyorduk. İşte, bunları artık hiç de kolay alamayacağımız, dava açmanın yolunu zorlaştıran bu arabuluculuk yasası aslında çok daha büyük hak kayıplarının önünü açacak. Bu yasa gereği, dava açmadan önce arabulucuya başvurmak durumundayız. Aksi takdirde davalar reddedilecek. Arabulucunun bir karar vermesi durumunda, işçiler aynı konuda bir daha dava açma hakkına sahip olamayacak. Ayrıca, arabulucu yapmış olduğu işin ücretini ikiye bölerek yarısını patrondan yarısını işçiden talep edecek. Eskiden on yıl içinde açılabilen kıdem ve ihbar tazminatı davalarının açılma süresi de beş yıla indirilecek. İşten çıkarılan işçiler, Türkiye İş Kurumuna (İŞKUR) başvuruyor, inceleme talep ediyor ve şikâyette bulunuyordu. Yapılan değişiklik ile artık İŞKUR’a da başvurulamayacak. Bu yasayla artık işverenden yana adaletin önü açılarak yasallaşmış hale geliyor. Patronların hükümeti, zorunlu arabuluculuk yasasını allayıp pullamakta. Neymiş, mahkeme kapılarında sürünmektense, hızlı ve ucuz bir şekilde alacağımıza kavuşacakmışız. Bunun yolu olarak da, bize süslenerek anlatılan zorunlu arabuluculuk düzenlemesi ile maalesef hak kavramı ortadan kaldırılıyor. İşçilerin hakları da, geleceği de patronların insafına bırakılıyor. Kısacası patronlar için cennet koşulları, biz işçiler içinse cehennem koşulları yaratılıyor.

Biz işçilerin cehennem koşullarında yaşamasını reva görenler, kendileri içinse daha iyi ve rahat koşullarda yaşam yaratmak amacıyla yeni düzenlemeler yapmakta. TBMM’de kendileri için, hatta emekli olanları da dâhil ederek süper zamlar yapanlar, patronlar için grevi tehdit olmaktan kaldıranlardır. Nerede hak gaspları için mücadele eden varsa, yürüyüşün önüne barikatlar kuranlardır. Yerin derinliklerinden, evine ekmek götürmek için çalışarak, iş cinayetlerine kurban edilen işçilerin ölümlerine “fıtrat” diyenlerdir. Biz işçilerin yaşamlarını sömürü çarklarında öğüten, emekliyi bir simit alamayacak duruma getiren bu patron hükümeti, her fırsatta kendilerine süper emekli yasaları çıkartıp, bununla da kalmayarak kendi emekli maaşlarına süper zamlar yapmakta, dahası bunu bile az bulmaktadır. Biz işçilerin yıllardır mücadele ederek kazandığı hakları gasp edenlerin gözünü, ne iş cinayetlerine verdiğimiz canımız, ne de cehennem koşullarında güvencesiz çalışmamız doyurmaktadır. Bu kadar pervazsızca saldırma cesaretini patronlara ve onların hükümetine veren, başta biz işçilerin dağınıklığı, sendikaların ve demokratik kitle örgütlerinin sessiz ve tepkisiz olmalarıdır. Bugün işçilerin haklarına karşı saldırılara ses çıkarmayan sendikalar, oturdukları koltukları ve aldıkları maaşları yarın bulamayacak duruma gelecekler. Her geçen gün kendilerini patronların hizmetine sunmakta sınır tanımayanlara karşı biz işçilerin ve emekçilerin yapacağımız ve söyleyeceğimiz çok şey olduğunu göstereceğimiz gün yakındır. Evet, işçi arkadaşlar, bizlere bu kötü koşullarda yaşamayı reva görenlerin karşısında ellerimizi birleştirerek, bugün rüzgâr ekenin yarın fırtına biçeceğini gösterelim. Şimdi mücadele ederek, elimizden bir bir alınan haklarımızı geri almanın zamanı olduğunu bilelim. Yeni grevler, direnişler, eylemler örgütleyerek haklarımızı kazanalım.

Patronlar sarayda, işçiler sokakta!

İşçiler el ele, genel greve!

Yorumlar kapalıdır.