Evde biracılık da normalleşti, ya sonrası?
Yüksek enflasyon, artan vergiler ve çeşitli dolaylı yasaklar yüzünden hepimiz artık çeşitli gıdaları kendimiz üretir hale geldik. Sanayi devrimiyle beraber başlayan ürünlerin tek tip ve merkezî üretimi, aslında burada sekteye uğramış durumda. Nedeni devletin ve iktidarın ekonomik kriz ve yaşam biçimi olarak faturayı biz emekçilere kesmesi aslında. Geçmiş yıllarda butik denilen, şimdi ise evde üretim olarak anılan durum artık birçoğumuz için temel beslenme ve hatta geçim kaynağı haline gelmiş durumda.
Artan vergiler ve enflasyondan etkilenen gıda maddelerinin başında alkol ve alkol ürünleri geliyor. 2001’de bir asgari ücretli geliri 6 sıfırı atılmış yeni para ile 184,25 TL ve 70’lik Yeni Rakı da 8,25 TL idi; yani yaklaşık 22 tane alınabiliyordu. Şimdi ise asgari ücretle sadece 10 tane alınabiliyor. Burada aslında emekçilerin alım gücünün nasıl düştüğünü görmenin yanında, AKP iktidarının faturayı alkol tüketen kesime kestiğini de görebiliriz. Özellikle son zamanlarda alkol vergisinin yılda 2 defa zamlanması, özünde kendisine oy vermeyeceğini düşündüğü kesimden daha fazla vergi almaya çıkıyor.
Çevremizde alkol tüketen pek çok kimse artık bira, şarap veya rakısını kendi yapar hale geldi; buna, bu metnin yazarı da dahil. Pek çoğumuzun aslında bu tür bir üretimle ilgisi yok, yoktu ve kimyadan da anlamayız, anlamazdık. Biranın evde üretim maliyeti ve satış fiyatı arasında şişe başına yaklaşık %300 fark olduğundan, son 3-4 senedir kendi biralarımızı yapar olduk.
Biranın insanlığın yerleşik düzene geçmesi ile tesadüfen yapılmaya başlandığı varsayılıyor. Dünyanın çeşitli bölgelerinde evcilleştirdiğimiz arpa ve buğdayın bir şekilde fermente olması sonucunda daha düşük alkollü olan ilk primitif biranın tüketildiğini tahmin ediyoruz. Bu, o dönem o kadar sevildi ki, Mısır ve çeşitli medeniyetlerde çalışanların asıl besini haline geldi. Fakat o dönem üretilen bira günümüzden farklıydı, içinde şerbetçi otu ve izole edilmiş bira mayası yani kültürü yoktu.
1516 yılında Almanya’nın Bavyera Eyaletinde saflık kanunuyla biranın yapımı denetime bağlandı. Bira üretiminde sadece 4 tane madde olabilirdi: Su, malt, şerbetçi otu ve bira kültürü. Şerbetçi otunun biraya katılması oldukça geç gerçekleşti; ilk yazılı kayıtlar M. S. 900’lü yıllarda Almanya’da denendiğini söylüyor. Daha sonra, hem verdiği acı ve aromatik tat hem de biranın uzun ömürlü olmasını sağladığı için kullanımından vazgeçilmedi. Jack London, kendi gözünden hikâyeleştirdiği Uçurum İnsanları kitabında, sanayileşme ile evsiz ve işsiz kalan on binlerce İngilizin hayatta kalabilmek için şerbetçi otu tarlalarında tüm gün karın tokluğuna çalıştığından bahseder. Şerbetçi otunun ve biranın ne kadar yaygın tüketildiğini buradan öngörebiliriz.
Uygarlaşma ile alkollü içecekler bir şekilde soframızda oldu ve kendi kültürünü geliştirdi. Yaşadığımız bu dönemde ister istemez alkol üretimi ve onun tarihiyle ilgili daha çok şey öğrendik ve uyguluyoruz. AKP iktidarına bu açıdan teşekkür edebiliriz; belki hayatımızda hiç ilgilenmeyeceğimiz bir alanda meslekî irfan sahibi yaptı bizleri. Fakat çözüm bu mu? Bireyler olarak bu tür zorbaca yaptırımlardan nereye kadar kaçabiliriz? Yaşam tarzlarımızı korumak için illâ bir şeylerden feragat etmek zorunda mıyız?
Yorumlar kapalıdır.