Akdeniz: Asıl düşman kim?

Doğu Akdeniz ve Ege sularının paylaşımına ilişkin olarak Türkiye ve Yunanistan hükümetleri arasında alevlenen anlaşmazlıklar, Fransa ve başka ülkelerin de araya karışmasıyla sanki sıcak bir savaşın eşiğine gelmişti. Ama sorun şimdi diplomasi masasına yatırılmış gibi görünüyor. Her iki hükümet de görüşmeden yana olduğunu söylüyor, ama bir yandan da anlaşmazlıklar iki ülke yöneticileri tarafından içerde tamamen milliyetçi bir histeri dalgasının yaratılması için sonuna kadar kullanılıyor. İki ülkenin halkı da birbirlerine ezeli ve ebedi düşmanlar olarak kışkırtılıyor. Aynı sorunlardan mustarip emekçi insanları birbirlerine silah çekmeye kadar sürükleyen bu gelişmeler karşısında özellikle işçi sınıfının, öncü işçilerin çok dikkatli ve uyanık olması gereken bir dönemden geçiyoruz.

Anlaşmazlıklar

Her iki hükümetin de bütün “vatan”, “millet” yaygaralarına rağmen iddia ettikleri tezlerde bir dizi saçmalık ve yalan var. Önce bizimkinden başlayalım. “Mavi vatan” diye adlandırdıkları bir Akdeniz haritası icat edildi. Bu haritada ülkenin güney kıyılarından itibaren 200 deniz mili uzaklıktaki tüm deniz alanı (üstüyle ve altıyla) sanki Türkiye’nin egemenliği altında olması gerekirmiş gibi sunuluyor. Oysa bu doğru değil. Uluslararası anlaşmalara göre bir ülkenin denizlerdeki egemenlik hakkı kıyılarından en fazla 12 deniz mili uzaklıkla sınırlıdır. Ege Denizi gibi mesafenin çok yakın olduğu yerlerde ise egemenlik hakkı karşılıklı anlaşmalarla belirlenir.

Kıyılardan denize uzanan 200 deniz millik alana ise “Münhasır Ekonomik Bölge” (MEB) denir. Ülkeler kendi MEB’leri içinde denizin ve deniz tabanının sunduğu ekonomik kaynaklardan faydalanma imkanına sahiptir. Ama, “vatan”ın bir uzantısı değildir. Buraları aynı zamanda uluslararası sulardır. Yani bir ülke bu alanda başka ülkelerin askeri ve sivil gemilerinin geçişlerini, uçaklarının uçuşunu veya kablo ya da boru hatları döşemelerini engelleyemez. Yine Akdeniz gibi sınırların birbirlerine yakın olduğu yerlerde MEB’ler ülkelerin karşılıklı anlaşmalarıyla belirlenir. Dolayısıyla da Türkiye’nin Libya ile MEB alanlarını birleştirmesi ve Ankara hükümetinin MEB’i tamamen kendi egemenliği altındaymış gibi sunması diğer ülkeler açısından son derece kışkırtıcı bir ortam yaratıyor.

Yunan hükümetinin kışkırtıcı saçmalığı ise iki noktada özetlenebilir. Birincisi, Mısır ile birlikte ilan ettiği MEB, Türkiye-Libya MEB’i ile ortada kesişiyor ve bu durum Türkiye’yi oldukça geniş bir ekonomik yararlanma alanından mahrum etme amacı taşıyor. Yunanistan bu konuda başta Fransa olmak üzere Avrupa Birliği’nin desteğini sağlama ayrıcalığından yararlanıyor. İkinci kışkırtması ise başta Akdeniz’deki Meis adası olmak üzere Ege’deki adalarını kendi anakarasının uzantısı olarak göstererek bütün Ege’yi ve Akdeniz’in önemlice bir kesimini karasuları alanı içine dahil ediyor. Böylece Türkiye’yi nerdeyse Çanakkale’den Akdeniz’e açılamayacak hale getirmeye, Akdeniz’de Antalya açıklarında hapsetmeye çalışıyor. Yunanistan’ın asla kabul görmeyecek bu iddiası elbette Tek Adam rejiminin eline milliyetçi propaganda için eşi bulunmaz bir imkan sunmaktan başka bir işe yaramıyor.

Resmin büyüğü

Bunlar burjuva (patron) hükümetlerinin askeri çatışma noktasına kadar sürükledikleri, şimdi de masada çekişmeye oturdukları anlaşmazlık konuları. Ama emekçilerin penceresinden bakıldığında konunun asıl büyük resmi görülebilir. Denizlerdeki bu hak iddialarının işçi sınıfı açısından hiçbir anlamı yok, çünkü ona en küçük bir yarar sağlamayacak anlaşmazlıklar bunlar. Türkiyeli olsun Yunanistanlı olsun, patronların her iki ülkede de “vatan savunması” diye adlandırdıkları bu çekişme, doğal kaynakların sömürülmesinden kendi paylarına düşecek miktarı artırma çabasından başka bir şey değil. Emekçilerin, ulusal egemenlik hakkı diye seferber edilmek istendiği bu çatışmalar burjuvazilerin kendi çıkarlarını koruma savaşıdır.

Ama dahası var. Ne Türkiye ne Yunanistan, Akdeniz’de tespit edilebilecek petrol ya da doğalgaz kaynaklarını ne bilgi, ne teknoloji, ne de mali açılardan çıkarma, işleme veya taşıma imkanlarına sahiptir. Her ikisi de emperyalizme bağımlı ülkelerdir. Asıl çekişme hidrokarbon kaynakları üzerinde uluslararası egemenliğe sahip olan çokuluslu tekeller arasındadır. Yani Akdeniz’deki çekişme, BP (İngiltere), Shell (Hollanda-İngiltere), ENI (İtalya), Total (Fransa), ExxonMobil (ABD) gibi emperyalist firmalar arasında süren bir rekabettir. Türkiye, Yunanistan, Mısır, Libya, vb. ise, bu sulara kıyıdaş oldukları için, emperyalist çokuluslu şirketler arasındaki paylaşım mücadelesinin taşeronluğunu üstlenmekte, bu yolla kendi patronlarına da kırıntıların düşmesini sağlamaya çalışmaktalar.

Kısacası, Türkiye ve Yunanistan emekçi halkları, emperyalist şirketlerin ve patronların arasındaki savaşta birbirlerine silah çekmeye zorlanmakta, milliyetçi demagojiyle birbirlerine daha fazla düşman edilmeye çalışılmaktadır.

Oysa…

Emekçi yığınlar Ege ve Akdeniz’de patronların yaratmakta olduğu anlaşmazlıkların tarafı değildir; onların bu rekabetinden hiçbir çıkarı yoktur. Tam tersine kaybedecekleri çok şey vardır. Bu çatışmaların (askeri ve sivil) maliyeti emekçilere ödetilmektedir. Akdeniz’deki kaynaklardan elde edilebilecek (kırıntı) gelirler emekçilerin evlerine değil, patronların kasasına gidecektir. Üstelik denizlerin altında tespit edilecek doğalgaz veya petrol yataklarının işletilmesi ağır çevre sorunlarına yol açarak gene emekçileri vuracaktır. “Vatan savunması” diye sunulan planlar, aslında aynı sorunlar altında ezilen emekçileri birbirine düşman kılacak, patronların “böl ve yönet” politikasına hizmet edecektir. İşçi, “senin patronun kötü, benim patronum iyi” diyerek burjuvaziye hizmete koşulmaktadır. Buna izin verilemez.

İşçi sınıfı, emperyalistler, kapitalist hükümetler ve patronlar arasındaki bu rekabete ve çatışma planlarına ortak olamaz. Başta sendikalar olmak üzere tüm işçi ve emekçi örgütleri bu gerçekleri anlatmalı ve yaymalıdır. Türkiyeli ve Yunanistanlı emek örgütleri bir araya gelerek, patronlarının planlarına karşı çıkmalı; her iki ülkenin emekçilerinin dayanışmasıyla onların bu oyununu bozmalıdır. “Neden sizin çıkarlarınız için birbirimizi vuralım?” demelidirler.

İşçiler, ülkeleri ne olursa olsun dünya ölçeğinde tek bir sınıftır. Çünkü hep birlikte patronlar tarafından aynı biçimde, aynı yöntemlerle sömürülmektedirler. Düşmanları ise aynıdır, bir başka ülkede değil hemen yanı başlarındadır.

Yorumlar kapalıdır.