Teyakkuzda olmalıyız…

Mafya liderlerinden Alaattin Çakıcı’nın CHP başkanı Kılıçdaroğlu’na yönelttiği “seni kazığa oturturum” tarzındaki tehditlerinin, ardından MHP lideri Bahçeli’nin Çakıcı’ya “dava arkadaşım” diye sahiplenmesinin ardında yatan politik çerçeveyi işçi sınıfı olarak iyi okumalıyız.

Çakıcı ve Bahçeli’nin açıklamalarının, CB Erdoğan’ın “hukuk ve demokrasi alanında reformlar yapılacak” ilanının hemen ardından geldiğini hatırlatalım. Bazı yorumcular, mafyatik tehditlerin hedefinin aslında Kılıçdaroğlu’ndan ziyade Erdoğan olduğuna ilişkin görüşler ileri sürdüler. Biz ise, tehditlerin gerçekte işçi ve emekçi yığınlara yönelik olduğunu düşünüyoruz.

Neden mi? Şundan: Erdoğan’ın hukuk ve demokrasi reformları dediği aslında uluslararası sermaye çevrelerine uzatılan bir çiçek demetinden başka bir şey değil. Yıllardır bu ülkedeki patronlar, özellikle rantçıların dışındaki sanayi ve finans çevreleri, yabancı yatırımcıların Türkiye’deki hukuk sistemine güvenmedikleri için gelmediklerinden şikâyet ediyorlardı. İşte şimdi Erdoğan bunu düzeltme vaadinde bulunarak emperyalist sermayeye dostluk çağrısında ve davette bulunuyor.

Bu davetin işe yarayıp yaramayacağını göreceğiz, ama bu sözde reformların işçi ve emekçi yığınların demokratik istemleriyle ilgili olmadığını bilelim. Erdoğan açıkça bu düzenlemelerin “mülkiyet hakkının sağlama alınmasına yönelik” olduğunu ifade ediyor. Yani uluslararası emperyalist sermayeye güvence veriyor.

Çakıcı ve Bahçeli’nin tehditlerinin anlamı ise şu: “Ey muhalefet, ey işçi ve emekçi yığınlar, ülkeye demokrasi gelecek diye hemen heveslenmeyin. Devlet öyle yapıyor gibi görünse de burada biz varız, hepinizi kazığa oturtmaya hazırız.” Yani “biz devlet içinde devletiz” ilanı veriyorlar.

Bu tehditleri okuyunca, bu mafyatik faşist taifenin 1990’lı yıllarda gerçekleştirdiği cinayetleri, katliamları anımsadık. Ama onun daha öncesi de var: 1975-80 yılları arası.

O dönemde işçi hareketi oldukça örgütlü ve güçlüydü. Sendikaların ve devrimci işçi akımlarının başını çektiği seferberlikler hükümetten kaynaklanan pek çok saldırıyı durdurabiliyor, hatta yeni haklar elde ediyordu.

İşte böyle bir süreçte gene aynı mafya ve faşist kadrolar işçilere, emekçilere; grevlere, direnişlere, sendikalara ve diğer işçi örgütlerine saldırılar düzenlemeye başladılar. Öyle ki, DİSK eski başkanı Kemal Türkler’i bile katlettiler.

Hatırlıyorum, sendika lokallerimize, işyerlerine; grev, direniş, gösteri alanlarına giderken, muhtemel faşist saldırılara karşı her türlü önlemi almak zorunda kalırdık.

Bugün henüz bu saldırılar yok. İşçi ve emekçi talepleri, protestoları, grev ve direniş girişimleri, sendikalaşma çabaları vb. hükümetin kolluk kuvvetleri ve mahkemeler aracılığıyla bastırılıyor. Ama sırf emperyalist sermaye gelsin diye bu baskılardaki en ufak bir gevşeme ihtimali bile bizim egemen sınıflarımızı korkutuyor.

Onun içindir ki mafya eşkıyaları ve faşist ağızlar hemen uyarıyor: “Devlet sopasının olmadığı yerde biz varız,” diye. Bu nedenle işçi ve emekçi yığınlar teyakkuz durumunda olmalıdır. Ve bir şeyi daha unutmayalım: 1980 öncesindeki işçi-emekçi mücadelelerini devlet ve faşist çeteler de önleyememiş, sonunda burjuvazi 12 Eylül askeri darbesine başvurarak işçi hareketini ezme yoluna girmişti.

Bu yüzden başta sendikalar olmak üzere tüm emekçi örgütleri, mafyanın ve faşist hareketin tehditleri karşısında alınabilecek önlemleri şimdiden düşünmeye başlamalı ve gerçek bir demokrasi mücadelesinin başına geçmelidir.

Yorumlar kapalıdır.