“Hukuk reformu”: Bir demeç ileri, iki adım geri

2018’den beri Türkiye ekonomisi derinleşen bir krizin içerisinde. Bu kriz pandemi ile birlikte kronikleşti, binlerce emekçi istihdamın dışına itildi, sağlıktan eğitime kadar bir dizi alanda sorunlar gün geçtikçe vahim boyutlara erişti. Bunun karşısında, ülke genelinde yaşanan en basit sorunun dahi mevcut iktidarın ve hatta tek adamın varlığı ile iç içe geçtiği ve kronik bir biçimde çözülemediği de su götürmez bir gerçek!

Ne oluyor da maske dağıtımından sokağa çıkma yasaklarına kadar pek çok konu bu kadar çözümsüz hale geliyor? Yoksa iki buçuk yıl önce tüm sorunların çözümü için bir kurtuluş olarak sunulan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi artık bir tıkaç haline mi geldi? Neden şimdi demokratik reformlardan söz etmeye başladılar?

Şundan: Ekonomi iflas etmiş halde. Bu yıl içinde devletin ödemesi gereken borç 246 milyar TL. Bütçede ise borç ödemelerine sadece 146 milyar TL ayrılmış. Yani, bırakın ekonomiyi canlandırmak için gerekli olan parayı, borcu ödemek için bile acilen 100 milyar TL gerekiyor. Nereden gelecek bu para? Elbette emperyalist sermaye merkezlerinden, yani bizimkilerin ikide bir “tefeciler lobisi” dedikleri çevrelerden. Peki niye gelmiyor? “Türkiye’de hukuk sistemi yok, güvenmiyoruz” diyorlar. Ve bizim Tek Adam da hemen “hukuk” reformundan bahsedip gülücükler dağıtmaya başlıyor.

Bu amaçla Efkan Ala, Cemil Çiçek, Bülent Arınç gibi eski yönetim kadrolarını ortaya salıp konuşturmaya başladı. Ama önce Alaattin Çakıcı, ardından ona sahip çıkan Bahçeli’den zılgıtlar geldi. Ve hepsinin reisi de sadık adamlarını harcayıp sallantıdaki Cumhur İttifakı’nı ayakta tutmayı tercih etti. Beyaz saçlı piyonlarını “fitneci” ilan etti. Biz de böylece AKP liderinin demokrasi, hukuk reformu gibi laflarının gerçek yanını anlamış olduk.

Tabii bir de halka içireceği “acı reçeteyi” anarak sermaye sınıflarına güven telkin etmeye yöneldi. Acı reçete dediği aslında Türkiye’ye para aktaracak olan sermaye kuruluşlarına bu izni verecek olan IMF’nin ileri sürdüğü şartlar. Yani vergilerin artırılması, halkın alım gücünün düşürülmesi, sosyal harcamaların (eğitim, sağlık, konut, emeklilik vb.) kısıtlanması, kamu yatırımlarının sınırlanması, yeni özelleştirmeler… Yani emperyalizme yalandan demokrasi vaadi, içeri sopa garantisi! Korku filmlerinde eskinin güzel günlerine anıştırma yapan flashback’ler gibi anlatılan reform masalının işçi ve emekçi kitleler için inandırıcı olması mümkün değil.

Son bir senede ortaya çıkan tablo, tüm zamanların en yüksek seviyesine gelmiş işsizlik, giderek artan hayat pahalılığı ve salgın önlemleri ile kapanan ve borçlarını ödeyemeyen esnafın durumu karşısında, iflas tehdidiyle karşı karşıya kalan sağlık sistemi ve onun altında ezilen sağlık emekçileri…

Mevcut sistem kapitalist sömürünün derinleşmesi, işsizliğin, yoksulluğun artması ve antidemokratik yönetimin güçlenmesinden başka bir şey ortaya koymadığı gibi, bugün de kendini reforme edebilecek ve emekçi yığınların sorunlarına çözüm bulabilecek işlerliğe de sahip değil. Böylesi gelişmeler karşısında ana muhalefet olan CHP de hem sermayenin ihtiyaçlarını gündemine almakta, hem de mevcut sorunlara çözüm önermekten ziyade sağı ve solu bir arada tutmaya çalışarak gelecek bir seçime dönük ittifak gayretinde.

Dolayısıyla bugün işçi ve emekçiler için bu tablodan çıkış ancak kendi öz güçleri ile mücadele ederek mümkün olabilir. Emekçilerin sorunlarını gündemine alan, temel acil talepleri üzerinden harekete geçen sendika, meslek örgütü ve emekten yana tüm örgütleri ve çeşitli toplumsal kesimleri kapsayan geniş birliktelikler kitleler için bir çıkış sunabilir.

Yorumlar kapalıdır.