Hükümetin aşı politikası: Metin Akpınar’a karşı Alişan

“Türkiye aşı bilinci konusunda ileri ülkelerden biridir” dersek abartmış olmayabiliriz. Genel anlamda nüfusta aşılanmayı olumlu karşılayan bir kültür var(dı).

Türkiye’de kolunda çiçek aşısı izi olan on iki milyon, verem aşısı izi olan on sekiz milyon kadar insan olmalı. İlkokulda olunan karma aşıları vb. de dahil edecek olursak şimdi milyonlarca insanın aşı sayesinde yanımızda olduğunu söyleyebiliriz.

Bugün cumhurbaşkanına hakaretten yargılanan Metin Akpınar’ın Zeki Alasya ile 1980’li yıllarda sürdürdüğü aşı kampanyalarının ülkede aşılanma oranlarında ciddi bir artışa yol açtığı söylenir. 90’lı yıllarda oturmuş bir aşılama sisteminin mevcut olduğunu ve pek çok açıdan sağlık isteminin fecaat olduğu o yıllarda dahi hepatite karşı dikkate alınır bir aşılamanın başarıldığı ifade edilir.

Bugün SMA hastası çocuklar için yardım toplanmasını engelleyen ve bilim aksini ifade ediyor olmasına rağmen tedavinin aldatmaca olduğunu söyleyen, kampanyaları yasaklayan Sağlık Bakanlığı, o zamanlarda zenginler için gücünü engelleyerek değil, engellemeyerek kullanıyordu. MHP’li Osman Durmuş’un Sağlık Bakanı olduğu dönemde, geçtiğimiz günlerde 1.067 yıl ceza alan Adnan Oktar’ın müritlerinden Oktar Babuna ilik kanseri olduğu yalanını atıp tüm Türkiye’den ilik bağışları toplamış ve bu bağışları yurtdışına kaçırırken herhangi bir engelle karşılaşmamıştı.

Konuyu dağıtmayalım, AKP iktidara geldiğinde ortada iyi bir sağlık sistemi yoktu (bu aksaklıklardan birinin sorumlusunun da MHP olduğunu unutmayalım), buna rağmen hiç değilse görece oturmuş bir aşılama sistemi vardı. AKP bunu da yıktı. Yasalara göre bir zorunluluk olmamasına rağmen 2011 yılında sadece 183 aile çocuğu için aşıyı reddetmişti. Halk sağlığı adına yapılan kampanyaların yerini sağlığın pazarlanmasına bırakması sonucunda 2017 yılında bebeğine aşı yapılmasını reddeden aile sayısı 23.000’e yükselmişti.

Daha basit ve tedarik edilebilir aşılarda da büyük krizler yaşayan sistem halkın güvenini alamıyor. Geçtiğimiz ekim ayında yeterli grip aşısını tedarik edemeyen hükümet bugün bizden tüm nüfusu aşılayabileceğine ve gerekli planın çıkartıldığına inanmamızı beklerken, aşıya karşı oluşan genel güvensizliği aşacak bir adım atamıyor. Vaka sayılarında şeffaf olmadıkları gibi aşıya dair yapılan araştırmaları da güvenilir bir biçimde paylaşmıyor.

Hastalığın yenilmesi için aşı olmalıyız. Koruyuculuğu düşük dahi olsa eldeki aşıdan yararlanmak üzere tüm işçi ve emekçilere örnek olma sorumluluğumuz var. Ancak biz böyle davranırken hükümet ne çözüm ne güven ne şeffaflık ne de bir politika sunuyor. Gazetelere bakarsak dünyaya örnek oluyoruz, en yüksek aşılama oranları Türkiye’de. Peki gerçekler ne diyor?

Bugün 1,2 milyon insan aşılanmış durumda ve 25 Ocak’ta 6,5 milyon aşı geldi, şu an test aşamasında. Bakanlığın “COVID-19 Aşısı Ulusal Uygulama Stratejisi”nin dört aşamalı planının 1. aşamasının son grubunu 65 yaş üstü büyüklerimiz oluşturuyor. TÜİK’e göre 65 yaş üstü nüfus 7 milyon 550 bin 727 kişi. Buna ilk aşamada yer alan sağlık çalışanlarını, engellileri, engellilerle çalışanları ve aşılanan alakasız insanları de ekleyecek olursak hükümetin büyük zafer olarak sunduğu şeyin aşılamanın ilk etabını dahi karşılayamayacağını anlarız. Hükümetin aşı politikası işi şansa bırakıp halka blöf yapmak, inandırıcılık adına da herkesten önce Alişan’ı aşılamaktan ibaret. Hükümet doğru tedbirleri alarak pandemiyi erkenden sonlandırabilirdi. Ancak dünyadaki diğer hükümetlerin yaptığı hataya sırtını yasladı.

Bugün salgını yenmenin önemli araçlarından biri aşılanmak. Dolayısıyla aşılanmamız bir hak. Emekçilerin vergisiyle yaşayan hükümetten aşı ve şeffaflık istememiz, Tabip Odası’nın yönlendirmelerine kulak vermemiz ve süreci denetlemeye devam etmemiz gerekiyor.

Yorumlar kapalıdır.