İsrail ve İran arasındaki gerilim tırmanıyor

İran’ın nükleer programının başındaki isim olarak tanınan ve aynı zamanda İran Savunma Bakanlığı Araştırma ve İnovasyon Kurumu Başkanlığını da yürüten Muhsin Fahrizade, 27 Kasım’da Tahran’ın Abserd ilçesinde aracıyla yolculuk ettiği sırada bombalı ve silahlı bir saldırı sonucu hayatını kaybetti. Suikastın hemen ardından Tahran yönetimi, suikasttan İsrail’i sorumlu tuttu. İsrail’den bu iddiayı doğrulayan ya da yalanlayan resmi bir açıklama gelmese de, tüm işaretler saldırının İsrail’in eseri olduğunu gösteriyor. Nitekim New York Times’a konuşan İsrailli üst düzey bir yetkili, Fahrizade’yi “İran’ın baş nükleer bilimcisi” olarak niteleyerek, onun öldürülmesi için “dünyanın İsrail’e teşekkür etmesi” gerektiğini belirtti. Keza İsrail Başbakanı Netanyahu, yaklaşık iki yıl önce İran’ın nükleer arşivini ifşa ettiği sırada, nükleer programın mimarı olarak gördüğü Fahrizade’yi tehdit etmişti. Fahrizade suikastıyla, İranlı nükleer fizikçilere yönelik son on yıldaki yedinci suikast düzenlenmiş oldu. Nitekim son bir yılda, İran’a yönelik saldırılar artmıştı. 8 Ocak’ta, İran Devrim Muhafızları Komutanı General Kasım Süleymani Irak’ta insansız hava aracının bombardımanıyla öldürüldü. 2 Temmuz’da, Natanz Uranyum Zenginleştirme Merkezi’ne sabotaj düzenlendi. Özellikle son aylarda Irak ve Suriye’deki İran güçlerine yönelik insansız hava uçakları ve jetlerle yapılan saldırılar yoğunlaştı. İran cephesinden de İsrail ve ABD’den intikam sesleri yükseldi.

İsrail’in İran’a yönelik canice suikast ve saldırıları, emperyalistlerin iddia ettiği gibi saldırgan İran’ın, var olma mücadelesi veren İsrail’i yok etme planları çerçevesindeki olası saldırılarını önlemeye hizmet etmiyor. Asıl saldırgan taraf, dünya ve özellikle de ABD emperyalizminin bölgedeki temsilcisi olan İsrail’dir. Irkçı Siyonist İsrail Devleti, bir taraftan Filistin halkına yönelik sistematik yok etme planlarını uygulayarak kendi bekâsını sağlamaya çalışıyor, diğer taraftan da ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya dolaylı askeri müdahalesinin de önemli bir halkasını oluşturuyor. Özellikle İran’ın hedef seçilmesinin altında yatan neden, bu ülkenin nükleer faaliyetlerinin dünya barışına tehdit oluşturacak bir nükleer silah elde etme olasılığı değil, 1979 İslam Devrimi’nden beri emperyalizmden bağımsız bir tutum almasıdır. Şii mezhepçiliği ideolojik arka planıyla ve Suriye’den Irak’a, Irak’tan Yemen’e kadar geniş bir alana yayılan milis güçleriyle bölgede güç elde etmeye çalışan İran burjuvazisi, emperyalizmin bölgedeki tasarılarına yönelik bir engel oluşturuyor. Tam da Biden’ın ABD başkanı seçilmesi üzerine İran-emperyalizm ilişkilerinin yeniden düzenlenmesinin tartışıldığı bir dönemde bu saldırılar, ABD emperyalizmi içerisinde Trump’ın kişiliğinde somutlaşan ve İran’a yönelik daha saldırgan bir tutum alınmasını savunan bir eğilimin giderayak İsrail aracılığıyla yaptığı emperyalist bir müdahaleden ibarettir.

Yeryüzündeki yaşamı yok etme potansiyeline sahip olan hiçbir nükleer silah ve silahlanma yarışı, dünya emekçilerinin ve halklarının yararına değildir. Bu çok açık. Fakat daha açık bir şey varsa, o da bizzat kendileri nükleer silahlara sahip olan ve her yıl silahlanmaya milyarlarca dolar harcayan emperyalizmin amacının, dünya barışını ve yeryüzündeki yaşamı güvence altına almak olmadığıdır. Hindistan gibi politik olarak emperyalizme bağımlı ülkelerin nükleer faaliyetlerine izin verilirken, İran ve Kuzey Kore gibi emperyalizmden bağımsız ülkelere müdahale edilmesi de bunun göstergesidir. Çözüm yolu, emperyalist ülkeler başta olmak üzere bütün ülkelerin sahip olduğu nükleer silahların imhasından geçiyor. Bu gerçeği görmeden sadece İran gibi ülkelere nükleer silah üretimini durdurma çağrısında bulunmak, emperyalizmi meşrulaştırmak anlamına gelecektir. Öte yandan, bir yıl önce kasım ayında yapılan akaryakıt zammı üzerine patlak veren büyük halk seferberlikleri ile sallanan gerici ve sopalı mollalar rejimine de hiçbir destek verilmemelidir.

Yorumlar kapalıdır.