“Yeni anayasa” tartışması neyi anlatıyor?

Erdoğan 1 Şubat’ta “şimdi anayasayı tartışmanın zamanı gelmiştir” diyerek daha önceden çokça gündeme gelmiş bir konuyu tekrar dolaşıma soktu. Bu çağrıya iktidar ortağı Devlet Bahçeli’den de destek geldi. Erdoğan çağrısında mevcut anayasanın 1982 anayasası olması itibarıyla darbenin izlerinin silinemediğinden dem vursa da, iktidarında 19 yılı geride bırakması ve mevcut yasaların uygulanması önündeki en önemli engelin bizzat kendisi oluşu bu çağrısını daha başından çelişkili hale getiriyor.

“Meclis aritmetiği”ne takılan anayasa

AKP ve MHP istedikleri anayasa değişikliğini yapacak meclis çoğunluğuna sahip değil. Anayasanın değişmesi için en az 400 milletvekilinin oyu gerekmekte. Hatta değişiklikleri referanduma götürmek için de 360 milletvekili oyuna ihtiyaç var. Ancak Cumhur İttifakı’nın mecliste sadece 338 milletvekili var. Anayasayı değiştirecek veya bu değişiklikleri referanduma götürebilecek güce sahip olmayan bir blok neden anayasayı değiştirmenin tam zamanı olduğunu düşünüyor? Peki bu süreci “gündem saptırması” olarak değerlendiren ana muhalefet partisi, işçi ve emekçilerin ihtiyacı olan bir anayasayı gündemleştirmek yerine neden muğlak bir “güçlendirilmiş parlamenter sistem”den bahsedip vaatlerini gelecek seçimlere erteliyor?

Bu sorunun yanıtları üzerinde durmadan önce, AKP’nin iktidar olduğu yıllar boyunca gündeme gelen anayasa tartışmalarından ve mevcut değişikliklerden söz etmek gerekiyor. Bilindiği üzere, AKP, 2007 yılının nisan ayı sonlarında ortaya çıkan cumhurbaşkanı seçimi krizini, “yeni demokratik ve sivil bir anayasa” talebini gündeme getirerek aşmak istemişti. Zira Genelkurmayın ünlü 27 Nisan e-muhtırası ile, CHP ve yargı bürokrasisinin de dahil olduğu bir müdahale ile TBMM’nin cumhurbaşkanı seçmesi, Anayasa Mahkemesinin ünlü 367 kararıyla engellenmişti. Bu bağlamda, 2007 Nisan krizinden sonra, anayasa çeşitli biçimlerde değiştirildi. Bu değişikliklerin sonuncusu olan ve OHAL döneminde gerçekleştirilen bir referandumla kabul edilen 2017 değişikliklerinden sonra yasama, yürütme ve yargı organlarının bir bütün olarak AKP’nin de genel başkanı olan cumhurbaşkanının elinde birleştiği “Tek Adam rejimi” ile karşı karşıyayız. Tüm yetkileri tek elde toplayan, kararnamelerle istediği değişiklik ve düzenlemeleri yapabilen, meclisin denetimine tabi olmayan rejimin halen anayasanın vesayetçi tarafından dem vurması pek de inandırıcı değil.

Temel hak ve özgürlüklere ilişkin yasaların uygulanmaması, dernek ve barolara ilişkin antidemokratik yasaların geçmesi, toplantı gösteri yürüyüş ve örgütlenme özgürlüklerinin ihlal edilmesine ek olarak Meclis’in en büyük üçüncü partisi HDP’nin kriminalize edildiği bir ortamda iktidarın demokratik bir anayasa çağrısı ne kadar gerçekçi olabilir? Böyle bir ortamın varlığı zaten demokratik bir anayasa yapmanın zeminine sahip olunmadığını gösteriyor. Yeni bir anayasa ile darbe izlerini silmek isterken, yeterince tırpanladıkları hak ve özgürlükler alanının tamamen ortadan kaldırılması ile mevcut Tek Adam rejimi tahkim edilmek istenmekte.

O halde kimin anayasası?

Son zamanlarda yaygınlaşan Anayasa Mahkemesinin (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) verdiği hak ihlali kararları ile iktidarın sıkıştığı görülmekte. AİHM’nin Kavala ve Demirtaş kararlarının uygulanmaması, AYM’nin Enis Berberoğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesinin hak ihlali olduğunu hükmetmesi ve ardından TBMM Başkanlığı’nın AYM’ye resmi yazı yollayarak “Berberoğlu kararını bize niye gönderdiğinizi yazılı olarak açıklayın” demesi de bu sıkışmanın yansımaları…

Mevcut iktidar, inşa ettiği rejimde kurumlar arasında yetki çatışmalarının olduğunu görmekte. Bu nedenle bu tartışma gündem değiştirmekten çok, hem yeni bir anayasaya duyulan ihtiyaç hem de mevcut acizliği örtme, sıkışmışlığı aşma gayretidir. Tek Adam rejiminin gerçekten de yeni bir anayasaya, daha doğrusu anayasal bir güvenceye ihtiyacı vardır. Zira AYM’nin yetkilerinin tekrardan tanımlanması, bileşiminin Tek Adam tarafından belirlenmesi, biat etmesi sağlanmalı; keza kurumlara kayyum atayınca bu denli tepki toplamamalıdır. Veya Sayıştay gibi kurumların kayyumlar tarafından idare edilen sayısız devlet kurumunu denetlemesi, akıbetinin ne olduğu bilinmez Varlık Fonu’nu sorgulamasının önüne geçilmeli, oluşabilecek sonuçlar mevcut rejimin içine çekilmelidir.

Emekçilerden yana bir anayasa

Görüyoruz ki işçi ve emekçiler bu yeni anayasa tartışmasının hiçbir yerinde değiller. İktidarın ihtiyaç duyduğu anayasa veya muhalefetin sunduğu güçlendirilmiş parlementer sistem, işçilerin grev ve direnişlerini, kadınların ve gençlerin seferberliklerinin arkasında yatan nedenleri, bir bütün olarak toplumun ihtiyaç ve beklentilerini karşılamaya muktedir değil. Tam da bu nedenlerle bu ülkede gerçekten demokratik bir anayasaya ihtiyaç var. Ancak böyle bir yasa işçi ve emekçi kitlelerin ağırlıkta olduğu bir Kurucu Meclis ile yapılmalıdır. Tüm işçi, emekçi, kadın ve gençlik örgütlerinin kendi talepleriyle birlikte özgürce katılabilecekleri, katkı sunabilecekleri, sıfır barajlı seçimlerle oluşacak bir Kurucu Meclis gerçekten demokratik, işçi ve emekçi sınıfların yararına bir anayasa yapılabilir.

Yorumlar kapalıdır.