“Hakkımız için de mücadelemizi veririz elbet”

Ziyarette bulunduğumuz Adkotürk direnişinin öncü kadınları, “Ev işlerini yapıyoruz, çocuğa bakıyoruz, çalışıyoruz, hakkımız için de mücadelemizi veririz elbet” diyorlar. Çok haklılar. Onlar 140 günü aşkın süredir sendikal örgütlenme hakları başta olmak üzere daha insani çalışma koşulları için süregiden Adkotürk direnişinin başını çekiyorlar. 40 günü aşkın süredir de hem işverenin hem de devletin grev kırıcı politikaları, saldırıları karşısında birbirlerine kenetlenmiş durumdalar.

Sadece onlar mı? Yarım saat mesafede, Bel Karper grev çadırında kadınlar var; direnişlerini başarıyla sonuçlandırmış, sendikalaştıkları için işten atılan arkadaşlarının işe iadesini sağlamış Xiaomi fabrikası direnişinden kadın işçiler ziyaretlerine gelmiş, karşılıklı deneyimlerini paylaşıyorlar. 

Öte yanda; mobbing, baskı ve tacizle, ağır koşullarda, ucuza çalıştırılmaya son vermek için sendika üyesi olan ve anayasal bir hak olan sendika hakkını kullandığı için işten atılan Sinbo işçisi Dilbent Türker’in 250 günü bulan mücadelesi var.

Bunlar örneklerden sadece birkaçı… Şu an Türkiye’de birçok işyerinde süren ağır, düşük ücretli ve güvencesiz çalışma koşullarına, işverenin keyfi uygulamalarına, mobbinge karşı mücadelenin itici gücü kadınlar.

Bu elbette tesadüf değil. Yoksulluk, işsizlik, şiddet kıskacında, Covid-19 ile katmerlenen ekonomik krizden en çok etkilenenler de kadınlar.

Genç kadın işsizliği ülke tarihinin en üst seviyesine ulaşmış durumda. Birleşmiş̧ Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) Türkiye araştırmasına göre, pandemi sürecinde kadınların yaklaşık yüzde 50’si işten çıkarılarak veya ücretsiz izne çıkarılarak iş kaybına uğramış durumda. Bu zaten oldukça yetersiz olan kadın istihdamının iyice erimesi ve kadınların esnek, güvencesiz, ev eksenli iş piyasasına mahkûm edilmesi demek. Ki zaten Kadının İnsan Hakları–Yeni Çözümler Derneği’nin (KİH-YÇ), Salgında Kadın Olmak Araştırması raporunda salgının etkisiyle kadınların yüzde 73’ünün ekonomik sıkıntı yaşadığına dikkat çekiliyor.

Bu durum, halihazırda çalışan kadınlar için ise işverenin aleyhlerine kullandığı önemli bir baskı aracı konumunda. Mevcut işsizlik ve işçilerin işten çıkarılma kaygısı, işverenin keyfi uygulamaları karşısında tepki gösteren işçiler için tehdit olarak kullanılıyor. Bunun sonucunda, zaten işgücü piyasasında çok daha güvencesiz konumda olan kadın işçileri mobbing, baskı ve tacize daha açık hale getiriyor.

Sorunlar bunlarla sınırlı değil, asgari ücretin bile açlık sınırının altında kaldığı bu dönemde ücretli çalışmanın dışında ev işlerinin, bakım emeğinin de artan yükünü kadınlar taşıyor. Kendilerinden kısarak, maddi ve manevi tükenme noktasına gelerek bu sürece cevap üretmeye çalışıyorlar ama nafile. Şu süreçte özellikle kamu emekçilerine uygulanan evden çalışma gibi modeller ise, bir çözüm olmaktan ziyade mesailerin uzaması, ev içinde artan emek yükü ile eşitsizliklerin derinleşmesi anlamı taşıyor.

Pandemi sürecinde de öncesinde de hiçbir düzenlemenin toplumsal cinsiyet temelli bir bakış açısıyla yapılmaması, sorunların kadınlar açısından çok daha ağır hale gelmesine sebep oluyor. Ki kadınlar olarak, daha önceki yazılarımızda birçok kez işlediğimiz en temel yaşamsal haklarımıza dönük saldırılar da bu ağır tablonun bir diğer ayağını oluşturuyor. Ana sorun; iktidarın emekten, kadından, ezilenden yana değil sömürüden, talandan, eşitsizlikten beslenen bir program üzerinde yükselmesinde cisimleşiyor. Kadınlar olarak, İstanbul Sözleşmesi için verdiğimiz mücadele de, ücretli ve ücretsiz emeğimiz için verdiğimiz mücadele de işte bu ortak zeminde şekilleniyor.

Yorumlar kapalıdır.