İşçi ve emekçilerin pandemi ve ekonomik kriz kıskacında bu denli ezilmesinin önüne geçilebilirdi ve bu ihtimal Kaf dağının ardında değildi. Pandeminin başından itibaren neredeyse malumun ilanı şeklinde dile getirdiğimiz önlemler vardı: “Artan işsizlik ve yoksulluğun önüne geçebilecek tedbirler için kaynakları patronlara değil işçi ve emekçilere ayırın” dedik!
Ücretler düşürülmeksizin çalışma saatlerinin kısaltılarak işlerin çalışan tüm nüfus arasında paylaşılması; işten çıkarmaların gerçekten yasaklanması; ücretsiz izin uygulamalarına son verilmesi; Kod-29 ve türevlerinin kaldırılması gerektiğine dikkat çektik… Bunlar işsizlik sorununun büyümesinin önüne geçebilecek en acil adımlardı.
Yoksulluk karşısında ise zorunlu adım emekçilerin gelir güvencesini sağlamaktan geçiyordu. Asgari ücret insanca yaşayacak bir seviyeye yükseltilmeli ve ardından üç aylık periyotlarda enflasyon oranında artırılmalı dedik. Geliri olmayanlar için bir yaşam geliri sağlanmalı dedik. En zengin yüzde 1’den yüzde 20 oranında servet vergisi alınsın; bankacılık gibi belli sektörlerdeki kuruluşların kârlarına uygulanacak ek Covid vergileri ile emekçilerin denetiminde kamu yararına kullanılacak bir acil durum fonu oluşturulsun dedik.
Bu uygulamalar, pandemi ve ekonomik krizin işçi ve emekçiler üzerindeki yıkıcı etkisini kontrol altına alabilirdi; ancak bildiğimiz gibi emekçiden değil patrondan, kârdan, o meşhur itibardan yana tutum alındı.
Bir tarafta yoksulluk ve işsizliğin korkunç boyutları, bir tarafta rejimin iç ve dış politika açmazları; gerçekler büküle büküle, geldik seçim sath-ı mailine… Bugün karşı karşıya kaldığımız Tek Adam rejiminin sorumlu olduğu enkaz, kendilerini de yutabilecek bir kara delik haline gelmiş durumda.
Şimdi tıpkı birçok işçi ve emekçinin olduğu gibi iktidarın da ana sorusu: Buradan bir çıkış var mı?
Siyasetçileri, ekonomistleri, ideologları durumun vahametini kavramışlar ki, iyi bildiğimiz “hepimiz aynı gemideyiz” şiarını bu sefer patronlara hatırlatma çabasına girdiler. Asgari ücret, emekli maaşları, EYT’liler, çiftçiler vb. sonunda gündemlerine girdi.
Peki, sorunu yaratanlar çözümün kendisi olabilir mi?
Mevcut ekonomik koşullar ve politik tercihler altında açık ki yapılacak herhangi bir iyileştirmenin sınırları ihtiyaçların çok gerisine düşecek. Mesela, asgari ücrete gerçek enflasyon oranında düzenli olarak zam yapılmasını kabul eder mi, ettirebilir mi? Geliri olmayanlara bir koşula bağlı olmaksızın yaşamlarını idame ettirebilecek bir yaşam geliri sağlar mı, sağlayabilir mi? İşsizliği önler mi, önleyebilir mi?! İkinci sorularımın “-bilir mi” olması tesadüf değil. Belki o iktidarının ömrünü bir yıl daha bile uzatmak için bunları yapmayı şimdilik her şeyden çok ister ama bunların, mevcut sınıfsal dayanakları söz konusu olduğunda yine kendi varlığını dinamitleyeceğini çok iyi bilir.
Süren bütçe görüşmelerindeki kaynak dağılımı bile, resmin bütününe işaret etmesi bağlamında bunun bir seçim hesabı -hatta o hesaplardan sadece biri- olduğunu ortaya koyuyor. Ve bugün işçi ve emekçiden yana herhangi bir iyileştirme, ondan yana bütüncül bir programın ayağı olmadığı sürece bir kandırmaca ve oyalamanın ötesine geçmeyecek. Kuşkusuz çok benzer gerekçelerle, şu an meşruiyetlerini yoksulluk üzerinden sağlama çabalarına rağmen düzen muhalefeti de aynı programdan yoksun.
Ancak görüyorsunuz, artık bizim kartlarımızla oynuyorlar; peki oyunu yeniden onların kurmasına izin mi vereceğiz? Güçlü bir işçi-emekçi alternatifinin örgütlenip örgütlenmemesi bu sorunun cevabını belirleyecek.
Yorumlar kapalıdır.