ABD’deki ulusal grev dalgasının küresel anlamı

ABD’deki grevlerin nedenlerini, yerlerini, taleplerini, katılımcı sayılarını ve benzeri verileri derleyen Labor Action Tracker’a (Emek Eylemleri Takibi) göre Birleşik Devletler’de 2021 yılının 1 Eylül ile 29 Ekim tarihleri arasında 87 grev yaşandı ve yaşanıyor. Bu grevlerin önemli bir kısmı hâlâ devam ediyor. Ocak ayından eylül başına dek yaşanan grev sayısı ise 185’ti. Verilerden de anlaşıldığı üzere, kuzey yarımkürede yaz aylarının sonlanmasıyla birlikte ABD proletaryası kitlesel ve militan bir grev dalgasıyla, Biden’ın önüne koyduğu kapitalizmin “demokratik restorasyonu” projesini sarsıyor.

Kentucky’de 500 içki fabrikası işçisi 11 Eylül’de greve çıktı. Buffalo’da 2000 hastane çalışanı 1 Ekim’den beri ve Michigan, Nebraska, Pennsylvania ve Tennessee’deki 1400 Kellogg işçisi de 5 Ekim’den beri grevde. Kaliforniya’da 2000 telekom işçisi 6 Ekim’de greve çıktı. Kuzey Alabama’da 1000’den fazla madenci işçisi nisan ayından bu yana grevde. Son olarak tarımsal ekipman üreten John Deere’de 10 bin metal işçisi grevde.

Ekim ayında sinema, dizi ve televizyon endüstrisi işçilerini temsil eden IATSE sendikası, kendi tarihinde bir ilke imza atarak 60 bin işçiyle birlikte greve gitmeyi planlıyordu. Bu, ABD film ve dizi endüstrisinin işleyişini durma noktasına getirecekti. Yapılan grev oylamasına 60 bin işçinin yüzde 90’ı katıldı ve bu katılanların yüzde 98’i greve çıkılması yönünde oy kullandı. 18 Ekim’de başlaması planlanan grev IATSE’nin yapımcılarla anlaşmaya varması üzerine iptal edildi. Sendikanın tabanı anlaşmadan memnun değil ve sendikal bürokrasinin bu anlaşmayı imzalamış olmasından rahatsız.

Dana fabrikasındaki 3500 metal işçisi ise sendikalarının önlerine getirdiği TİS önerisine red oyu verdi. İşçiler greve çıkmak yönünde irade gösterirlerken, şu an sendikanın zorlamasıyla sözleşmesiz bir şekilde çalışmak durumunda bırakılıyorlar.

40 bin Kaiser Permanente hemşiresi ve sağlık çalışanı da, neredeyse oy birliğiyle greve çıkma kararı alan proleter kesimler arasında yer alıyor.

Birçok yerelde yüzlerce otobüs şoförü, sağlık çalışanı ve bakım evi işçisi ise günler süren grevlere çıktı.

23 Aralık 2013 tarihinde Gazete Nisan olarak “ABD proletaryası tekrar tarih sahnesine çıkarken” başlıklı yazımızda şu görüşleri dile getirmiştik:

“Amerika Birleşik Devletleri, Almanya ile beraber finans kapitalin temerküzünün en yoğun şekilde yaşandığı ülke olarak, uluslararası sınıflar mücadelesinin gündeminde önemli ve merkezi bir pozisyonu işgal ediyor. Dolayısıyla Birleşik Devletler işçi sınıfının, karşısında dünyanın en örgütlü egemen sınıfı olan bu işçi sınıfının atıldığı her mücadelenin, insanlığın geleceğini belirlemede oynadığı tayin edici rolün ağırlığının bu derece belirleyici olması, şaşılacak bir durum olmamalı. Karl Liebknecht’in 1. Dünya Savaşı ertesinde haykırdığı, ‘Bugün dünya devriminin merkezi Almanya’dır!’ şiarının yanına, ABD’yi de ekleyecek olursak, malum olanı belirtmiş olmanın dışında başka bir şey yapmış olmayız.”

Bu satırların doğruluğu, bugün greve çıkan işçi sayısı arttıkça, Beyaz Saray ile Wall Street’ten endişeli iç çekiş seslerinin duyulmasıyla tesis ediliyor. ABD egemen sınıfları Trump’la çıktıkları sağcı maceranın ardından Biden’ın sözde demokrat imajıyla, Amerikan ve göçmen işçi sınıfları içindeki prestijlerini restore edebilmeyi umut ediyordu. Bu umut bugün arkasında bir enkaz bırakmış vaziyette. Zira Biden yönetimi Trump’ın pandemi ile ekonomik krizde kongreye taşıdığı bütün işçi düşmanı ekonomik önlem paketlerini kabul etmekle kalmadı, bunları derinleştirdi de. Biden yönetiminin son gündemi işçilerin sağlık sigortası haklarına dönük kapsamlı bir saldırı örgütlemek, ki bilmekte fayda var, bugün sürmekte olan grev dalgasının parçası olan birçok mücadelenin talebi arasında, toplu iş sözleşmelerine sağlık sigortasının dahil edilmesi de yer alıyor.

ABD hükümetleri pandemi ve ekonomik kriz boyunca bankaları, tröstleri ve şirketleri kurtarabilmek adına emekçilerin vergileriyle biriktirdikleri milyarlarca doları, bu finansal parazitlere aktardılar. ABD tarihinin en kapsamlı servet aktarımı ve mülksüzleştirme eylemlerinden biri olan bu saldırı dalgası boyunca işçiler mutlak olarak yoksullaştı ve birçok sosyal hakları ile güvencelerinden mahrum bırakıldılar.

Bu ulusal grev dalgası, elbette Wall Street’teki kapitalist asalak azınlığın bu saldırılarına karşı işçi sınıfının kendini koruma yönündeki sınıfsal içgüdüsünün bir sonucudur. Ancak bununla sınırlı değildir. Bu ulusal grev dalgası, sürmekte olan küresel sınıflar mücadelesinin yükselişinin bir parçasıdır. Sistemin kalbinde seferber olan ABD proletaryası, bütün dünya işçi sınıfı adına mücadele vermektedir. Onun her kazanımı, küresel kapitalist-emperyalist sistemde yeni zaaflar yaratacak, dolayısıyla da diğer ülkelerin işçi sınıflarını güçlendirecektir.

Hatırlamakta fayda var: Eylül ayıyla birlikte bu ulusal grev dalgasının çıkmasından yaklaşık 40 sene önce, 3 Ağustos 1981’de ABD’de PATCO sendikasına bağlı 13 bin hava kontrolörü Reagan yönetiminin neoliberal kemer sıkma planlarına karşı greve çıkmıştı. 3 Ağustos’ta binlerce işçi greve çıktıktan birkaç saat sonra Reagan Beyaz Saray’dan konuşmaya başlayacak ve iki gün içinde işe dönmeyen bütün işçileri işten atmakla tehdit edecekti. 5 Ağustos günü Reagan yönetimi 11 bin hava kontrolörü işçisini işten attı. 19 Eylül’de 500 bin işçinin başkent Washington’da hava kontrolörü işçileriyle dayanışma adına bir protesto organize etmeleri de işe yaramayacak ve grev, sendikal bürokrasi ve hükümet ortaklığıyla izole edilip yenilgiye sürüklenecekti. Reagan yönetimi sendikanın tavizlerini yeterli bulmayarak sendikayı illegal ilan edecek, grev kırıcıların maaşlarını Beyaz Saray’dan karşılayacak, grevci işçileri bir daha havaalanlarında çalışmasınlar diye kara listeye alacak, düzinelerce işçiyi tutuklayacak, Teksas’ta üç militan grevciyi hapse mahkûm edecekti.

Eski ABD Merkez Bankası başkanı Paul Volcker daha sonraları, ABD burjuvazisinin 1980’lerdeki ekonomik konsolidasyonun ancak “hava trafik kontrolörlerinin grevinin yenilmesiyle mümkün olabildiğini” söyleyecekti. Bu doğru bir tespitti. Uluslararası düzlemde neoliberalizm, ulusal arenada ise ABD egemen blokları 1981 PATCO grevinin yenilgisi üzerinden konsolide oldular. Bu grevin yenilgisi işçi hareketini paramparça etti. Sendikaların içi boşaltıldı, emekçiler atomize edildi ve sınıfın üzerine büyük bir moral bozukluğu çöktü. 11 bin işçinin işten atılması ve meslekten men edilmesiyle, ABD proletaryasının en militan kesimlerini oluşturan ve on binlerce öncüden oluşan işçi sınıfı aileleri açlığa, yokluğa sürüklendi ve cezalandırıldı. O tarihten sonra seferber olmak isteyen her işçiye, PATCO grevcilerine Reagan tarafından kesilen ceza hatırlatıldı.

Şimdi tarihi PATCO yenilgisinin 40. yıldönümünde, hava kontrolörü grevcilerin sınıf kardeşleri, bu grevin yenilgileri üzerinde şahlanmış olan mali oligarşinin ekonomik ayrıcalıklarını kitlesel ve ulusal bir grev dalgasıyla sorgulamaya başladı. Reagan’ın bina ettiği neoliberal statüko tehlikede. Bu statüko PATCO grevcilerinin yenilgisi üzerine kurulmuştu ve şimdi PATCO grevcilerinin çocukları tarafından tarihin tozlu raflarına kaldırılmak üzere.

Yorumlar kapalıdır.