Önce ekonomik krizler neden doğar, ona bakalım. Krizler, kapitalist ekonominin kaçınılmaz ürünleridir. Kapitalist ekonomi, plansız, kaotik ve rekabete dayalı bir sistemdir. Böyle bir ortamda sürdürülen vahşi rekabet, kâr oranlarının düşmesine yol açar ve bazı firmalar iflas eder, batar, işsizlik yaygınlaşır. Bu sürece kaçınılmaz olarak enflasyon, borçlanma ve yoksullaşma eşlik eder.
Bu kapitalist rekabet ortamında hükümetlerin bazı mali ve sınai sermaye gruplarını kayırması, krizin daha da ağırlaşmasına neden olur. Hükümetler, borçlandırma, çeşitli vergiler ve mali manipülasyonlar yoluyla halktan topladıkları paraları kendi yandaş sermaye gruplarına aktararak onları ayakta tutmaya, daha da zenginleştirmeye girişirler. Bunun sonucunda emekçi kesimler derin bir yoksulluğa sürüklenir.
Türkiye’de işte bunların hepsi oluyor. Kriz şiddetlenerek derinleşiyor.
Peki, kapitalist ekonomi bu tip bir krizden nasıl kurtulur? İşte tam bu noktada, ekonomik bir çözüm yoktur. Bu tip krizlerin çözümü siyasette yatar, yani sınıf mücadelesinde. Anlatalım:
Krizin ana nedeni azalan kâr oranları olduğu için, kapitalistler bu eğilimi durdurmaya, tersine çevirmeye çalışırlar. Bunun en önemli yolu da üretim maliyetlerini düşürmektir. Bunun için enerjiden, makinelerden vb. tasarruf edemeyecekleri için emek maliyetine, yani işçi ücretlerine saldırırlar. Bu saldırının da pek çok yolu vardır:
Örneğin sendikalaşmayı engelleyerek, grevleri yasaklayarak ücret taleplerini bastırırlar. İşçi sayısını azaltarak ve aynı işi daha az sayıda işçinin sırtına yıkarak ücretlerde “tasarrufa” girişirler. İşsiz sayısını ve emek piyasasında rekabeti artırarak ücretleri baskılarlar. İş saatlerini uzatarak ve fazla mesaileri özendirerek sömürü oranlarını yükseltirler. Bu arada enflasyon da sermayedarların işine yarar, çünkü işçinin alım gücü düştüğü için daha azla yetinmeye, yani giderek eriyen ücretiyle geçinmeye mahkûm hale gelir.
Bu uygulamaların hepsi “ekonomik” değil, sermayedarların ve onların hükümetlerinin siyasi hamleleridir. Eğer emekçiler bu saldırılara direnemezse, sermayedarlar tekrardan kâr oranlarını artırırlar ve ekonominin “krizden çıktığını” söylerler. Ama bu arada işçi sınıfı ağır bir darbe almış, yoksullaşmış, işsizleşmiş, kaleleri düşman tarafından zapt edilmiş olur.
Ama eğer emekçi sınıflar bu saldırılara karşı kitlesel olarak (sendikaları, partileri, diğer sınıf örgütlenmeleriyle birlikte) direnirse, ekonomik krizin bir başka siyasi planda çözümünün olasılığı doğar. Önce bazı siyasi kesimler, “daha adil bir düzen” sloganıyla emekçilere bazı kısmi iyileştirmeler önerirler. Ücretler iyileştirilsin, adil bir gelir dağılımı olsun vb. diyerek bazı reform vaatlerinde bulunurlar. Bu önlemler kısa bir süre için yararlı olsa da, kapitalist ekonomik düzen sürdükçe, yukarıda anlattığımız gibi krizler kaçınılmaz olur. Aynı döngü gene başlar ve yoksulluk ve sömürülmek emekçilerin kaderi halinde sürer gider.
Kapitalist krizlerin önlenmesi, ancak kapitalizmden kopularak mümkündür. Bu da, işçi ve emekçi halkın denetiminde gerçekleştirilip uygulanacak ve halkın ihtiyaçlarını gözetecek bir planlı ekonomik sistemle olanaklıdır. Bu planın kaçınılmaz uygulamaları, büyük sanayi kuruluşlarının kamulaştırılması, dış ticaretin devlet denetimine alınması ve tüm bankacılık sisteminin kamulaştırılarak tek merkez bankasında toplanmasıdır.
İşte bu ve halkın yararına diğer uygulamalar, ancak işçi ve emekçilerin siyasi mücadelesiyle, onların siyasi iktidarının kurulmasıyla olanaklı hale gelir. Bunu içindir ki, ekonomik krizlerin çözümü siyasi mücadelede, yani sınıflar arası mücadelede yatar diyoruz.
Yorumlar kapalıdır.