İki reçete, iki tedavi!

Siyasal İslamcı iktidarın parantezi kapanıyor. Parantez kapanmasın diye elden gelen arda konulmayacak. Nitekim öyle. Ama sonuç değişmeyecek. Parantez kapanacak. Öyle olduğunu hep birlikte göreceğiz. Seyirci olarak değil bizzat sahada öyle olması için üzerimize düşeni yapacağız.

Neden?

Çünkü baştan aşağı çürüdüler. Sadece kendileri çürümekle kalmadılar. Tüm bir ülkeyi çürütmeye de devam ediyorlar. Öylesine büyük suçlar işlediler, öylesine büyük yıkımlar yarattılar ki zararların tazmini ve onarımı ne derece mümkün olabilecek her birlikte göreceğiz.

Şuna emin olabiliriz: Gidişleriyle ülkenin üzerinden çok büyük bir yük kalkmış olacak ama çözüm hangi reçetenin uygulamada olacağına göre değişecek. İki reçete, iki tedavi var. Üçüncü yol diye bir seçenek söz konusu değil. Sermaye için reçete ayrı bir sonuç, emek için reçete ayrı bir sonuç ve süreç anlamına gelecek.

İktidarın yeni adayı dört partili Millet İttifakı belli ki liderliğini eski bir AKP’li başbakan ile ekonomi bakanının yaptığı iki partinin katılımıyla altı partili bir hal alacak. Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim! Hep birlikte önümüze koydukları reçete ve tedavi, sermaye düzenini ihya etmeye yönelik. Bu reçete ve tedavi, emeğin derdine derman olmayacak.

Neden?

Çünkü iktidardaki de aynen böyle yola koyulmuştu. Muhtemelen 2002’de başlayan hikâyenin buralara kadar gelebileceğine kendileri dahi ihtimal vermiyordu. Hasbelkader yaşanan bu 20 yıl, bir yandan Türk burjuvazisinin kapitalist birikim krizinin bir sonucuydu. Ama esas olarak toplumun, en çok da askeri darbelerle, her anlamda örgütsüz kılınmasının ve en nihayetinde baskı ve şiddet aygıtlarıyla siyasal ve sendikal örgütleri paramparça edilen işçi sınıfının ideolojik-politik ağırlığının etkisiz kılınmasıyla mümkün olabildi.

İktidar adayı Millet İttifakı’nın bugün söylediği “örgütlü bir halkı kimse yenemez” değil, “emekçiler örgütlenin, birleşin ve ayağa kalkın” değil. “Sandığa kadar sabır”. “Günü gelince oyunu kullan”. Denilen bu! Peki, iktidardaki gibi siz de vaatlerinizi üç gün sonra unutursanız, size kim dur diyecek? Sizi kim denetleyecek? Benzeri 20 yıllık kayıpların, yıkımların yaşanmamasının garantisi örgütlü bir toplum olmak değil mi? Üretenlerin denetimi ve yönetimi söz konusu olmadan bu nasıl sağlanabilir? Ve tabii, ya kaybeden “saymıyorum, gitmem” derse!?

Bu toprakların işçileri, emekçileri, kadınları, gençleri, yoksul halkları çok daha iyisini hak ediyor. Sadece iki reçete, iki tedavi var. Mademki hükümetler yönetiyor, o zaman emeğin reçetesi bir işçi emekçi hükümetinin kurulması hedefi olmalı. Emek ittifakı derken bizim bahsettiğimiz budur.

Yorumlar kapalıdır.