Sendikalar tarihe mi karıştı?

Yükselen işçi hareketi sınıf mücadelesinde sendikaların rolünü bir kez daha tartışma konusu haline getirdi. Sendikaların tamamen sermaye işbirlikçisi kurumlar haline geldiğini, işlevini ve ömrünü tamamladığını iddia edenler var. Bu görüş sahiplerine göre artık her şey “taban” örgütlenmeleriyle yapılmalı. Bu kadar keskin olmasa da bürokrasi nedeniyle birçok sendikanın artık kullanılmaz durumda olduğunu düşünenler de söz konusu. Bu görüş sahiplerine göre de eğer sendika kendi denetimlerindeyse iyi, değilse tu kaka. Biz sendikaların bu şekilde tasnifine karşıyız. Sendikaların, her şeye rağmen, hem emek örgütleri olduğu hem de sınıfın birliği ve mücadelenin birleştirilmesi noktasında sendikaları dışlamanın birleşik mücadeleyi zaafa uğratacağı inancındayız. Dolayısıyla meseleyi “en kötü sendika sendikasızlıktan daha iyi değildir” basitliğinden çıkarmak gerekir.

Bu noktada ilk akla gelen soru, işçi sendikaları tamamen sermaye yanlısı oldu ise neden patronlar işyerlerine sendika girmesin diye adeta ölümüne direniyorlar? İşçi sendikaları sermayenin paravan örgütlerine döndüyse, işçi sınıfı için işlevini tamamen yitirdiyse, tersi olması gerekmez mi? Türkiye’nin dört bir yanında işçiler halen sendikalaşmaya çalıştıkları için işten atılıyorlar. Üstelik Kod-46 gibi maddelerle, adeta damgalanarak. Bunun başka işçiler korksun, geri dursun diye yapıldığı ortada.

Dolayısıyla şunu açıklamak zorundayız: Madem sendikalar patronların arka bahçesi; Termokar’da, Baldur’da, Adkotürk’te, Farplas’ta ve benzeri sayısız işyerinde ve şimdi gündemin en ön sırasında olan Yemeksepeti’nde patronlar neden sendika istemiyorlar? İnsan arka bahçesine mezarlık muamelesi yapar mı? Yoksa bu patronlar burjuva sınıf bilincinden mi yoksunlar? Ya da işçi sendikaları sanıldığı ve iddia edildiği gibi, en sarısı dahil olmak üzere, bir emek örgütü olarak işlevini yitirmedi mi? Bu yüzden mi patronlar, tırnakları büyük ölçüde çekilmiş de olsa, işçi sendikalarına ürkerek bakıyorlar?

Bazen kişi elindekinin işlevini ve kıymetini bilemez. Unutur. Başkasının elinizdekine bakışı, bilmek ve hatırlatmak için iyi bir fırsat olabilir. Bakın patronlar işçi sendikalarına karşı nasıl da ölümüne direniyorlar. İşçisi sendikalı olmasın, işyerine sendika getirmesin diye nasıl da kendilerini paralıyorlar! Ki daha işçi demokrasisinin işlerlik kazandığı, toplu sözleşmelerin yapıldığı, işçilerin denetimi ve yönetiminde bir sendikadan dahi bahsetmedik. Yoksa patronlar, iyi satranç oyuncuları gibi, iki üç hamle sonra başlarına gelecekleri gördükleri için mi böylesine sendika ve sendikalaşma düşmanılar? Yeri geldiğinde en sarısına bile üstelik!

Unutmayalım, hiçbir işçi-emekçi kırık dökük de olsa daha iyisini bulmadan elindeki aracını bırakmaz. Artık yeterince kullan(a)mıyor oluşu yanıltmasın. Bazen araçlar bakım onarım gördüğünde eskisinden de kullanışlı hale gelebilir. Sermaye bunun farkında. Aksi durumda Türkiye’de sendikasız tek bir işyeri ve işçi kalmazdı. Öyle değil mi?

Sendikalarımızı işçilerin denetim ve yönetiminde, işçi demokrasisinin egemen olduğu mücadeleci emek örgütleri haline getirmekten vazgeçmeyelim. Sendikalarımıza sahip çıkalım.

Yorumlar kapalıdır.