NATO Ortadoğu’ya yayılıyor

Son günlerde Ortadoğu’da diplomatik ve askeri trafik hızlandı. ABD başkanı Biden 13-16 Temmuz tarihlerinde bölgeyi ziyaret etti, Suudi Arabistan’da Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) toplantısına katıldı, burada KİK’i oluşturan altı ülkenin (Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Umman, Katar, Kuveyt) yanı sıra toplantıya davet edilen Mısır, Ürdün ve Irak liderleriyle de görüştü; tabii bu arada Suudi veliaht prensi Muhammed bin Selman ile el sıkışarak onun “Cemal Kaşıkçı’nın Katili” unvanını geri aldı.

Biden’ın bu ziyareti, Ürdün kralı II. Abdullah’ın deyimiyle ve baş gönüllüsü olduğu “Ortadoğu NATO”sunun kurulmasına yönelik önemli bir adım olarak yorumlandı. Peki, ABD’nin öncülük ettiği NATO neden Ortadoğu’ya yayılmak istiyor?

Bilindiği gibi NATO, 1949’da ABD, İngiltere ve Fransa tarafından diğer emperyalist ülkeleri Sovyetler Birliği’ne karşı birleştiren bir askeri ittifak olarak kurulmuştu. İttifakın yegâne Ortadoğu ülkesi olan Türkiye de bu ittifaka 1952 yılında katılmıştı. Bu haliyle NATO, Sovyet ülkelerine karşı bir “soğuk savaş” ittifakı olarak işlev gördü. Ama 1989’dan itibaren Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte NATO emperyalist bir ittifak olarak yeni işlevinin ne olacağını araştırmaya koyuldu.

Ve nihayet NATO’nun haziran sonunda Madrid’de gerçekleştirdiği ve 2030 stratejik konsept belgesinin açıklandığı toplantısında, emperyalistler bu ittifakın hedefini Rusya ve Çin olarak belirledi. Toplantı nihai belgesinde Rusya “önemli ve doğrudan tehdit”, Çin ise daha önce bir ticaret ortağı ve üretim üssü olarak anılırken bu kez “küresel tehdit unsuru” olarak tanımlandı.

Ortadoğu daha I. Dünya Savaşı’ndan beri emperyalistler açısından çok önemli bir petrol bölgesiydi ve her zaman petrol zengini bölge devletlerini egemenlikleri altında tutmaya gayret etmişlerdi ve hâlâ da ediyorlar. Hatta onların başına jandarma olarak Siyonist İsrail devletini de dikmişlerdi.

Ama şimdi NATO emperyalizminin ek bir kaygısı var: hızla güçlenen Çin ve Suriye’deki iç savaş nedeniyle bölgeye girerek Akdeniz’e kadar inmiş olan Rusya. Bu anlamda Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Basra Körfezi ABD öncülüğündeki emperyalist NATO ittifakı açısından hayati önem kazandı. Yani, petrol bölgelerinin denetiminin yanı sıra Rusya ve Çin’in yayılmalarını engellemeye yönelik jeostratejik bir cephe haline gelmiş durumda bölge.

Türkiye’nin konumu

Emperyalist dünya, tarafların kendi yanlarına çektikleri veya çekmeye çalıştıkları ülkelerle birlikte sanki iki ana cepheye ayrılır gibi gözüküyor. Bir yanda ABD öncülüğündeki NATO var. NATO cephesi şimdi İsveç ve Finlandiya’yı da içine alarak genişleme eğiliminde. Ukrayna savaşı sonrasında onu da yutmaya çalışacaktır. Ortadoğu NATO’su da Batı emperyalizminin bu genişlemeye yönelik stratejik bir politikası.

Diğer yanda ise Rusya ve Çin cephesi yer alıyor. Bu kesim ise Avrasya Ekonomik Birliği, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) gibi oluşumları kendi cephesine katmaya çalışıyor. Buna dahil ülkelerin hepsi NATO karşıtı bir ittifaka katılmasalar bile mesela BRICS’e katılmak isteyen İran gibi ABD karşıtı blokta yer almak isteyen başka ülkeler de var.

Türkiye ise tarihsel olarak NATO ittifakının bir parçası. Ama bugün artık söz konusu olan Türkiye devletinin stratejik ve geleneksel politikaları değil, AKP’nin, hatta Tek Adam’ın yalpalayan, iki cami arasında binamaz kalan çıkarları ve tutkuları. Suriye’ye yönelik gerici ve Kürt düşmanı yayılmacı politikası bugün ABD, Rusya ve İran’a toslamış durumda. Bunların hepsinin çıkarları birbiriyle çelişiyor. CB ve onun dış işlerindeki vasıfsız diplomatları bu çelişen çıkarlar arasında nasıl bir yol izleyeceklerini bilemiyorlar. CB, kâh Biden’la kâh Putin’le görüşüyor ama her seferinde boş elle Ankara’ya dönüyor.

Bununla birlikte Madrid toplantısında CB Türkiye’nin NATO cephesinde yer aldığını açıkça ilan etti. Aslında her şey bu toplantıdan önce halledilmişti. Erdoğan’ın Suudi Arabistan gezisi, Mısır ile diplomatik ilişkilerin kurulmaya başlaması, İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’un Türkiye ziyareti vb. NATO’nun Madrid toplantısından önce gerçekleştirilerek Ankara’nın bir Ortadoğu NATO’sunun kurulmasında belki de koçbaşı olacağına işaret ediyordu. Erdoğan’ın Biden’la samimi fotoğrafları da bu tabloyu perçinledi. F-16’lar ve İsveç ile Finlandiya’nın NATO üyeliği gibi konular her ne kadar basında ön plana çıktıysa da, Madrid toplantısının Türkiye açısından en önemli sonucu, Türkiye hükümetinin ülkenin emperyalist NATO ittifakına olan bağlılığını bir kez daha ilan etmiş olması oldu. Oysa başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’nun emekçi halklarının ne NATO emperyalizminden ne de Rusya-Çin’in emperyal yayılmacılığından en ufak bir çıkarı vardır, olmamalıdır. Bu emperyalistlerin yegâne amacı, bölge halklarının ve onların doğal kaynaklarının sömürüsünden başka bir şey değildir. Bölgedeki tüm baskıcı, monarşist ve diktatoryal iktidarlar da bu emperyalist kampların aracıları, uzantıları ve taşeronlarıdır. Türk, Kürt, Arap, Acem, Farsi… tüm bölge halklarının çıkarları ve barış içinde birlikte yaşayabilmelerinin yolu, bu yönetimlerden kurtularak emekçi iktidarları altında kurulacak devrimci yönetimlerin gerçekleştireceği Ortadoğu Sosyalist Cumhuriyetler Federasyonu’ndan geçiyor.

Yorumlar kapalıdır.