Her mücadele, sosyalist devrimin bir parçasıdır

Sosyalizm sınıfsız, sömürüsüz, patronsuz ve özgürlükçü bir sistemin kuruluşunun ilk adımıysa, sosyalist devrim de işçi ve emekçilerin bu amaçla iktidara gelmesidir. Böylesine bir toplumsal sistemin öncülüğünü çağımızda sadece işçi ve emekçi kitleler yapabilir.

Ülkenin (ve tabii dünyanın) pek çok yerinde işçi mücadeleleri var, peki işçiler bu mücadelelerini sosyalist devrim bilinciyle mi gerçekleştiriyorlar? Hayır, bu mücadeleler büyük bölümüyle ekonomik ve sosyal taleplerle sürüyor, sadece bazı yerlerde kısmi bir politik karakter kazanıyor.

O halde neden başlıkta “Her mücadele, sosyalist devrimin bir parçasıdır” diyoruz?

İşçi ve emekçi kitlelerin bilinci henüz sosyalist değil, bu doğru, ama giriştikleri her mücadele sosyalist devrimin zorunlu olduğunu gösteriyor.

Bunun için birkaç örnek verelim:

Örneğin işçiler ücretlerinin iyileştirilmesi için mücadele ediyorlar. Bazen de başarı elde ediyorlar. Ama patronların işçinin emeği üzerindeki sömürüsü, yani işçinin yarattığı değerin büyük bölümüne el koyması sürüyor. Bu durumda işçi ücretini ne kadar yükseltirse yükseltsin, patronlar bunu çeşitli yollarla (iş saatlerinin uzatılması, yeni teknikler, enflasyon vb.) geri alabiliyor, hatta kâr oranlarını, yani sömürü oranını yükseltebiliyorlar. Bunun engellenmesi ancak işçi sınıfının iktidar olup patron sömürüsünü tümüyle yok etmesi halinde mümkün olabilir. Dolayısıyla işçiler ücret mücadelesi verirken bile sosyalist devrim için uğraşıyorlar, ama bugün için büyük bölümü bunun farkında değil.

Bir başka örnek: İşçiler ekonomik ve sosyal koşullarını düzeltebilmek için sendikalaşmak istiyorlar. Ama patronlar sendikalaşmayı başlatanları derhal işten atabiliyorlar. Ya da sendikanın yetki talebine itiraz ederek toplu sözleşme imkânını yıllarca uzatabiliyorlar. Bütün bu baskıları yasaların kendilerine verdiği haklar çerçevesinde gerçekleştirebiliyorlar. Bu nedenle bugün sendikalaşma oranı yüzde 10 gibi çok düşük bir düzeyde. Toplu iş sözleşmesinden yararlanan işçilerin oranı daha da düşük. İşçiler özgürce sendikalaşamıyor. Grev, direniş yapsalar kolluk kuvvetlerinin baskısıyla karşılaşıyorlar. Yasaları patron partileri yapıyor. Dolayısıyla işçi ve emekçilerin çıkarlarını gözeten yasaların yapılabilmesi için işçi sınıfının iktidar olması, yani sosyalist devrim gerekiyor.

Bu örnekleri pek çok başka kesim için de verebiliriz. Örneğin, emekçiler kendi yaşam alanlarını, hatta bizzat fiziki yaşamlarını rant çetelerine karşı koruyabilmek için HES’lere, JES’lere karşı mücadele ediyorlar, asbest yüklü gemilerin gelmesine, evlerinin ellerinden alınıp yıkılmasına karşı çıkıyorlar. Ama jandarmanın, polisin baskılarıyla karşılaşıyorlar, kadın-erkek yerlerde süründürülüyorlar. Bütün bu mücadelelerin gerçekten kazanılmasının yolu ise çetelerden, rantçılardan, patronlardan temizlenmiş bir sistemin kurulmasından geçiyor. Bunu da patron partilerinin değil, ancak işçi ve emekçi örgütlerinin iktidarı, yani sosyalist devrim gerçekleştirebilir.

Kısacası demek istediğimiz şu: Emekçi kitlelerin bütün mücadeleleri sosyalist devrim gerektiriyor, dolayısıyla onun bir parçası. Buna bir anlamda “bilinçsiz sosyalizm mücadelesi” diyebiliriz.

O halde önümüzdeki görev belli: Mücadeleleri sosyalizm doğrultusunda bilinçli bir savaşıma dönüştürmek. Bunun için bütün bu bilinçteki işçilerin ve emekçilerin örgütlenmeleri ve mücadeleleri birleştirerek sosyalist devrime doğru yönlendirilmesine öncülük etmeleri gerekiyor.

Bu konuya önümüzdeki yazılarımızda devam edeceğiz…

Yorumlar kapalıdır.