İşçilerin, ülkenin dış politikasına ilişkin haberleri izlerken ve yorumlarken çok dikkatli olmaları, gelişmeleri kendi sınıf çıkarları açısından değerlendirebilmeleri gerekiyor. Hükümet epeyce bir süreden beri, Suriye’nin kuzeyindeki Kürt bölgelerine askeri bir operasyon yapma hazırlığı içinde olduğunu söylüyor. Ve bu planının amacını Menbiç, Kobanî, Serêkaniye (Ras’ül Ayn), Kamışlo’da bulunan terörist olarak adlandırdığı PKK/YPG güçlerini oralardan atarak “güvenli bir bölge oluşturmak” olarak açıklıyor.
Türkiye’nin o bölgelere bir askeri operasyon düzenlemesine sadece ABD’nin değil, Rusya ve İran’ın da karşı olduğunu haberlerden öğreniyoruz. Tabii Şam hükümetinin de ülkenin kuzey bölgelerine konuşlanmış Türkiye’yi “işgalci” olarak tanımladığı da herkesin malumu. Erdoğan, Soçi’de ve Tahran’da Rus ve İranlı liderlerle görüştü, Putin’le defalarca telefon görüşmesi yaptı, ama bir türlü operasyon izni alamıyor. “Mesele Türkiye’nin güvenliği ise Esad ile görüşün, birlikte halledin” diyorlar. Esad da, “Türkiye önce benim ülkemden çekilsin, sonra oturup konuşalım” diyor.
Bütün bu pazarlıklar neyle sonuçlanır göreceğiz, ama Tek Adam rejiminin neden mutlaka böyle bir askeri operasyon yapmak istediğini iyi anlamamız gerekir. Hükümet bunu milliyetçi argümanlarla sunuyor. “Terörist Kürtler ülkemizin güvenliğini tehdit ediyor” diyor. Bu milliyetçi söylemle tüm emekçi halkı ikna etmek çabasında. Ama bizim tüm bu demagojinin ardındaki asıl sınıfsal nedeni görmemiz gerekiyor.
Asıl nedenler
Türkiye aslında epeyce bir süreden beri, yukarıda adlarını andığımız bölgelerin dışında zaten Suriye’nin kuzeyinde bulunuyor. Orada okullar, hastaneler, konutlar inşa ediyor. Hatta valiler ve kaymakamlar atıyor, güvenlik birimleri kuruyor. Elbette orada sonsuza kadar kalamaz, ama en azından kendisine bağlı kesimlerden oluşan bir bölge yaratabilir. İşte bunun için hükümetin hedefi, Suriye’nin kuzeyini Kürtlerden, Ezidilerden ve diğer farklı ulusal ve dini gruplardan arındırarak, kendisine bağlı olduğunu düşündüğü Suriyeli Sünni Arapları o bölgelere yerleştirmek. Yani bizzat Suriye’nin içinde “kendi arka bahçesini” oluşturmak.
Bu kimin işine yarar? Elbette o bölgelerde yatırım yapacak patronlara yarar. Zaten şimdiden inşaat patronları oralarda okul, hastane, konut vb. yaparak devletin kasasından milyarlarca lira çekiyor. Saray hükümeti, ileride bu tip “Suriye’nin yeniden inşası” projelerinin Birleşmiş Milletler’in fonlarıyla destekleneceğini, dolayısıyla da Türkiyeli patronların daha büyük kârlar elde edebileceğini, tabii bu arada bu yatırımların Saray çevrelerine yeni komisyonlar kazandıracağını tahmin ediyor ve planlıyor.
Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin denetimi altında yaratılacak bu bölgelere yerleştirilecek olan Sünni Araplardan ucuz emek gücü olarak yararlanmak da patronlar açısından ek bir kazanç olacak. Öte yandan, Türkiye’de bulunan Suriyeli sığınmacıların bazılarının da bu bölgelere gönderilmesi, Türkiye’deki yabancı karşıtları gözünde Saray hükümetine oy ve destek kazandırması düşünülüyor. Yani milliyetçi ve ırkçı eğilimler patronların hizmetine sunuluyor. Bir taşla iki kuş vurmak gibi…
Plan işler mi?
Çok zor. Yazının başında, dış politikaya sınıf çıkarları açısından bakmak gerekir, demiştik. Kuzey Suriye’nin kuzeyine düzenlenecek bir askeri operasyondan Türkiyeli emekçilerin hiçbir çıkarı yok. Tam tersine bu tip girişimler için harcanan milyarlarca lira emekçilerin vergilerinden gidiyor, dolayısıyla da emekçiler için yapılabilecek tüm ekonomik ve sosyal harcamalar kesintiye uğruyor. Ama patronlar kazanıyor. Silah üreterek, inşaatlar yaparak, bölgedeki yoksul halkı sömürerek, bu amaçlarla milyarlarca lira krediler alarak.
Ama bölgede gözü olan sadece Türkiyeli patronlar değil. ABD’li, Avrupalı ve Rus, hatta İranlı ve Çinli firmalar da “Suriye’nin yeniden inşası” projelerinde söz sahibi olmak, oralara ayrılacak kaynaklardan ve oralardaki ucuz emek gücünden yararlanmak çabasındalar. Kısacası, bütün emperyalist ve yayılmacı güçler bölgede siyasi, askeri ve ekonomik açıdan aslan payını almaya çalışıyorlar. Yani rekabet ve mücadele patronların ve onların hükümetleri arasında sürüyor. Emekçilerden de “milli duygularla” kendilerini desteklemeleri isteniyor.
Türkiyeli emekçiler bu çekişmenin sadece dışında değil, karşısında olmalı. Türkiyeli patronların Suriye’nin kaynaklarını ve halkını sömürmesi, aynı zamanda bizleri de daha sıkı bir boyunduruk altına almalarını getirecektir. Türkiyeli emekçilerin kardeşleri Suriye’deki tüm ulusal ve dini kesimlerden emekçilerdir. Ortadoğu üzerindeki emperyalist ve yayılmacı patron yağmasına karşı, bölgedeki tüm emekçi halkların birliği izleyebileceğimiz en doğru yol olacaktır.
Yorumlar kapalıdır.