“8 binin üzerine çıkmayın”
Yeni asgari ücret 8.506 TL olarak açıklandıktan sonra Çalışma Bakanı Vedat Bilgin “bomba” bir açıklama yaptı: “Sendikalar bize 8 bin liranın üstüne çıkmayın dedi” diye konuştu. Bu “sendikaların” hangileri olduğunu söylemedi, ama asgari ücret masasına zaten iki sendika konfederasyonu oturmuştu; biri Türkiye İşverenler Sendikası, diğeri de Türk-İş. Patronlar sendikasının böyle bir talepte bulunmuş olması gayet normal. Ama Bakan Bilgin’in, her ne kadar daha sonra reddetse de, aslında masada sözde işçileri “temsil” eden Türk-İş yöneticilerini kastettiği herkesin malumu.
Bakan Bilgin sözde “gizli” olması gereken bu bilgiyi neden açığa vurdu? Bir neden elbette, “Bakın sayın cumhurbaşkanımız sendikalardan bile daha yüce gönüllü” demek istemiş olabilir. Ya da asgari ücretin açıklama toplantısına katılmayan Türk-İş yönetimini “cezalandırmak”, onları emekçilerin nezdinde gözden düşürmek için olabilir. Ama bunun için bu açıklamayı yapmasına gerek yoktu ki… İşçiler Türk-İş bürokratlarının emekçi sınıfların ne denli uzağında, hatta karşısında olduklarını zaten biliyorlar.
Türk-İş Başkanı Ergün Atalay’ın pazarlığı açlık sınırından (7.785 TL) başlatması, buna gelen tepkiler üzerine Genel Sekreter Pevrul Kavlak’ın çıtayı 9 bin liraya çıkarması, bu bürokratların AKP, hükümet ve patron yanlısı manevralarından başka bir şey değildi. Karara imza koymamaları da bu gösterilerinin bir parçasıydı. Ve hep birlikte emekçileri bir kez daha açlığa ve yoksulluğa mahkûm ettiler, cumhurbaşkanının ayaklarının altına kırmızı halı olarak serildiler.
Pevrul Kavlak, görüşmeler öncesinde, “Bizim istediğimiz rakamı vermezlerse masadan çekiliriz, imza atmayız. Başkaca yapacak bir şeyimiz yok,” demişti. Elbirliğiyle kararlaştırdıkları asgari ücretin bugünkü açlık düzeyinin altında kalması üzerine oluşan tepkileri frenleyebilmek için de şimdi “Gerekirse işçileri meydanlara davet ederiz,” diyebiliyor. Bunlar hep işçileri yatıştırmak için ortaya atılan sahte vaatler. Tıpkı Erdoğan’ın “Gerekirse temmuzda asgari ücreti yeniden gözden geçirebiliriz,” vaadi gibi.
Türk-İş bürokratları bugün asgari ücretin emekçilerin yüzde 60’ını kapsayan ve açlık düzeyinin altında kalan bir “ortalama ücret” olduğunun farkındalar. Ve toplu sözleşmeli işyerlerinin çoğunluğundaki ücretlerin de yeni asgari ücret düzeyinde kalacağının bilincindeler. Bütün bunların, emekçi sınıflar arasında büyük bir hoşnutsuzluğa neden olabileceğinden ve tıpkı 2022’nin başlarında olduğu gibi, ücret talepli yeni işçi seferberliklerine yol açabileceğinden korkuyorlar.
Evet korkuyorlar… Çünkü sendika bürokratlarının gerçek derdi hükümet ve patronlar değil, onların asıl “baş ağrısı” işçiler emekçiler. Bürokratlar, patronlarla pazarlıklarında işçileri infiale sürüklemeyecek bir ücret elde ederek mevcut sömürü düzeninin korunmasından yanalar. Çünkü sendikalarının görevinin bu olduğunu düşünüyorlar ve kendi koltukları da bu tip sendikaların varlığına bağlı. Ama işçi seferberlikleri başladığında, kendi koltuklarının nasıl sarsılabileceğini de biliyorlar. 2022 yılının başlarında işçi mücadeleleri patlak verdiğinde, bürokratların tavrı derhal yangını çıktığı yerde söndürmek olmuştu. Emekçilere açıkça ihanet etmişlerdi. Şimdi de bunun tekrar etmesinden korkuyorlar. Durumu içi boş vaatlerle, sahte tehditlerle atlatmaya çalışıyorlar. Bugün emekçi sınıfların ekonomik, sosyal, sendikal ve tüm demokratik haklarını elde edebilmelerinin önündeki en büyük engellerden biri bu ve benzeri bürokratlardır. Sendikaları bu bürokratlardan temizlemek de öncü işçilerin başta görevlerinden birisi olarak ortada duruyor.
Yorumlar kapalıdır.