4 Ocak 1923: Lenin, Stalin’in görevden alınmasını istedi

Bolşevik Parti önderliğinde, 1917 yılının 6 Kasım’ı 7 Kasım’a bağlayan gecesi iktidarı ele geçiren Rusya işçi sınıfları, geri kalmış bir kapitalist tarım ülkesinde sosyalist üretim ilişkilerini inşa etmeye ve konsolide etmeye çalışırken, birçok sosyal ve kültürel sorunla karşı karşıya kaldı. İlk zorluk 18 kapitalist ülkenin ordularından ve Çar’ın eski generallerinin emrindeki güçlerin bir kısmından oluşan Beyaz Ordu’nun başlattığı ve 3 yıl kadar süren İç Savaş’tı. Kızıl Ordu Halk Komiseri olan Lev Troçki’nin askerî dehası ve örgütçü kapasitesi ile Rusya işçi sınıflarının fedakarlıkları ve mücadele azimleri sayesinde, İç Savaş’ta zafer devrimin oldu. Ancak İç Savaş’ın kazanılmasıyla sorunlar sona ermemişti.

Lenin ile Troçki’nin önderliğindeki Bolşevikler, Ekim Devrimi’nin hayatta kalmasının ve kazanımlarının güvence altına alınmasının başlıca şartını, Avrupa’dan gelecek olan devrimde, özellikle de Alman işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesinde görüyordu. Bu temel hedef doğrultusunda 1919’da Moskova’da, sosyalist dünya devriminin dünya partisi olarak Komünist Enternasyonal’in (Komintern) kuruluşu ilan edildi. Komintern’in Rus partisi İç Savaş’ı kazanmış olsa da, Alman partisi birkaç yıl üst üste verdiği devrimci sınavlarda hatalı taktikleri ve muhafazakar korkuları nedeniyle başarısız oldu. Bu, Rusya’daki genç işçi devletini zora soktu.

Bu işçi devleti, geri kalmış bir kapitalist ülkenin üretici güçlerine sahipken, tarihin gördüğü en ileri üretim ilişkilerini hayata geçirmeye çalışıyordu. Bu çelişki kent ile kır ve sanayi ile tarım arasındaki makasın açılmasında ifadesine kavuşuyordu. Bu makasın açılmasından, yani kentli işçinin kıra bağımlı kalması durumundan faydalanmak isteyen ve bundan faydalanırken ufak bir servet biriktirmeye başlayan yeni bir toplumsal kesim ortaya çıktı. Bu kesimin kırdaki adı Kulak iken, kentteki adı Nepmen oldu. İç Savaş öncü işçilerin önemli bir kısmının katledilmesiyle sonuçlanmıştı. Bunu fırsat bilen yeni varlıklı kesimler, kariyerist dürtülerle partiye doluşmaya başlamış ve partide, kendilerinin çıkarlarına hizmet etmeye hazır bir memurlar (bürokratlar) takımı bulmuştu. Bu yeni ayrıcalıklı kesimler ve bürokratlar, gerek Sovyet devletinin ekonomide aldığı antikapitalist önlemleri delecek olan uygulamaları gündeme getirerek, gerekse de işçi demokrasisi ilkelerini ihlal edip, bürokratik tepeden inmeciliğin işleyiş olarak oturmasını dayatarak, Ekim Devrimi’nin başlıca kazanımlarına karşı bir tehdit teşkil ediyorlardı. Ve son olarak, bu kesim, Ekim Devrimi’nin, Bolşevik Parti’nin ve Komintern’in üzerinde yükseldiği devrimci Marksist ve enternasyonalist ilkelere karşı milliyetçi ve muhafazakar bir endişe duyuyor ve ortodoks Marksist öğretinin kapsamlı bir revizyona tabi tutulması için teorik-politik tahrifatlara imza atmaya hazırlanıyordu.

Lenin oldukça erken bir tarihte bu tehlikenin farkına vardı ve hem parti içinde, hem de parti dışında bu kesime karşı siyasal bir savaş açtı. Lenin, verdiği bu savaşında, başlıca müttefiki olarak Troçki’yi görüyordu. 1922’nin Kasım ve Aralık aylarında Lenin, Gürcistan ve Devlet Planlama Komisyonu (Gosplan) sorunları üzerinden Stalin’e karşı olan mücadelesini başlattı. Zira yukarıda bahsettiğimiz Ekim Devrimi’nin temel ilkelerine ve kazanımlarına karşı olan yeni ayrıcalıklı kesimler, kendilerinin en mükemmel temsilcisini, Stalin’in şahsında bulmuşlardı. Lenin, uğradığı suikast girişimleri dolayısıyla ağır yaralar almıştı ve sağlığı kötüleşmişti. Bu nedenle hükümet ve parti içinde, ortak görüşlerini savunması için Troçki’yle bir blok oluşturdular.

“Aralık’ın başında Lenin Troçki’den, kendisini bir kere daha ziyaret edip görmesini istedi. Sohbetin akışında ‘bürokrasiye karşı bir bloğun’ kurulmasını önerdi (…) Lenin aynı zamanda Troçki’nin, kendisinin hükümetteki vekillerinden birisi olması gerektiğini önerdi.” (Bkz. Lenin’s Last Struggle, Moshe Lewin, Ann Arbor Paperbacks for the Study of Russian and Soviet History and Politics, 2005, The University of Michigan Press, syf. 67.)

Lenin, yine bir mektubunda Troçki’den, onunla “genelde bürokrasiye, özelde ise Örgütlenme Bürosu’na karşı” (V. I. Lenin, Collected Works, c. 33, s. 253) bir ittifak kurmasını istedi. Örgütlenme Bürosu, o sırada Stalin’in yönetimi altındaydı.

Troçki’yle olan antibürokratik sosyalist bloğu oluşturduktan (Sol Muhalefet’in ilk örgütlenmesi) hemen sonra Lenin, hiç gecikmeden, Stalin’e ve onun temsil ettiği bürokrasiye karşı acımasız bir mücadeleye girişir. Öncelikle, dış ticarette devlet tekelini kaldırmak isteyen (ve böylece yabancı sermaye ihracından yağlı komisyonlar almayı hedefleyen kesimlerin temsilcisi olarak öne çıkan) Stalin’e karşı, Troçki’den bu konuda, ortak görüşlerini savunmasını ister: 13 Aralık’ta Troçki’ye şöyle yazar:

“Sizinle tam bir görüş birliğinde olduğumuzu düşünüyorum ve bu durumda Devlet Planlama Komisyonu sorununun, Devlet Planlama Komisyonu’nun yönetsel haklara sahip olması gerekliliği üzerindeki tartışmaları ortadan kaldırdığı (ya da ertelediği) inancındayım. En azından, gelecek toplantıda (plenumda), dış ticaret tekelini mutlaka sürdürme ve güçlendirme gereği üzerindeki ortak görüşümüzü savunma işini üstlenmemizde ısrar ediyorum.”(Bkz. Lenin’in Son Kavgası, V. İ. Lenin, Öteki Yayınevi, Çeviri: Meral Delikara Topçu, Ocak 1999, syf. 176) 

15 Aralık’ta Stalin’e yazar:

“Ayrıca dış ticaret tekeli konusundaki görüşlerimi savunmak üzere Troçki ile bir anlaşmaya vardım. (…) Herhangi bir gerekçeyle bu tartışmanın bir sonraki genel toplantıya bırakılması halinde buna kesinlikle karşı çıkarım, çünkü öncelikle, Troçki’nin benim görüşlerimi benim kadar savunacağından eminim…”(Bkz. agy. syf. 183.)

Aynı gün Troçki’ye bir mektup daha iletir:

“Yoldaş Troçki, tam bir görüş birliğine vardığımızı düşünüyorum. Plenumda bu dayanışmamızı ilan etmenizi rica ediyorum sizden.”(Bkz. agy. syf. 185.)

Troçki 21 Aralık’ta zafere ulaşır. Lenin kendisini tebrik etmekte gecikmez:

“Tek bir el ateş etmeden yalnızca basit bir manevra ile mevziyi ele geçirmiş görünüyoruz. Durmamamızı ve saldırıya devam etmemizi, dolayısıyla da parti kongresinde dış ticaretimizi güçlendirme ve uygulamalarında iyileştirmeye dönük önlemler almayı gündeme getirecek bir önergeyi tamamlamamızı öneriyorum.”(Bkz. agy. syf. 188.)

Lenin durmaz. 30 Aralık 1922’de Milliyetler (Uluslar) ya da Otonomizasyon (Özerkleştirme) Sorunu olarak bilinen notlarında, şoven politikaları dolayısıyla Stalin’i topa tutar:

“Stalin’in herkesçe bilinen ‘milliyetçi sosyalizm’ kini ile birlikte aceleciliği ve salt yöneticilik sevdasının, bu noktada çok tehlikeli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Politikada kin genelde en kötü rolü oynar.” (Bkz. agy. syf. 208-209.)

Ertesi gün, 31 Aralık’ta Lenin, Stalin’e olan saldırılarını sürdürür:

“Bu gerçek Büyük Rus Milliyetçiliği hareketinin tüm politik sorumluluğu, elbette ki, Stalin ve Dzerzhinsky’ye yüklenmelidir.” (Bkz. agy. syf. 213.)

Lenin 5 Mart’ta, başına “çok gizli” ve “özel” diye belirttiği Troçki’ye olan mektubunda şöyle yazacaktı:

“Sevgili Yoldaş Troçki. Parti Merkez Komitesi’nde Gürcistan davasının savunmasını üstlenmenizi içtenlikle rica ediyorum. Bugün bu dava, Stalin ve Dzerzhinsky’nin baskıcı ellerindedir ve onların tarafsızlığına güvenemem. Tam tersi. Bunun savunmasını üstlenmeyi kabul ederseniz huzurlu olabilirim. (…) En içten yoldaşça selamlarımla.”(Bkz. agy. syf. 273.)

Bütün bunların ortasında Lenin, Stalin’le olan bütün politik ve kişisel ilişkilerini keser ve bunu, Stalin’e bir mektupla bildirir. Yine bu sıralarda, 4 Ocak 1923’te Lenin, Aralık ayında yaklaşan Kongre için tutmaya başladığı notlarına kritik bir ekleme yapar. Yaptığı bu ekte, Lenin, Stalin’in derhal görevden alınmasını talep eder ve gelecekte Stalin ile Troçki arasında yaşanmaya başlanan politik ayrılığın, devrimin kaderi açısında taşıdığı tehlikeye işaret eder:

“Stalin çok kaba biri ve bu kusur, aramızda ve biz komünistler arasında oldukça hoş görülebilir olsa da, bir genel sekreterde tahammül edilemez hale gelir. Bu nedenle yoldaşlara, Stalin’i bu görevden almanın ve onun yerine, diğer tüm açılardan Stalin yoldaştan tek bir avantajla, yani daha hoşgörülü, daha sadık, daha kibar ve yoldaşlara karşı daha düşünceli, daha az kaprisli vb. olan başka bir kişiyi atamanın bir yolunu düşünmelerini öneriyorum. Bu durum önemsiz bir ayrıntı gibi görünebilir.

Ama bence bir bölünmeye karşı önlemler açısından ve yukarıda Stalin ile Troçki arasındaki ilişki hakkında yazdıklarım açısından bakıldığında, bu [küçük] bir ayrıntı değil, belirleyici önem taşıyabilecek bir ayrıntıdır.” (Bkz. https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1922/dec/testamnt/congress.htm)

Lenin, bu mektupları ile notlarının Pravda’da yayımlanmasını ve yaklaşan Sovyetler Kongresi’nde, Komünist Parti Kongresi’nde ve ulusal soruna dair makalelerinin de SSCB Birinci Sovyetler Kongresi’nde okunmasını ister. Ancak metinler Mayıs 1924’te, yani Lenin’in bu mektupları yazmasından yaklaşık 16 ay sonra ve Lenin’in ölümünden 5 ay sonra, 13. Komünist Parti Kongresi’nin yalnızca Yönetim Heyeti’nde okunur ve toplantı sırasında da not alınmasına izin verilmediği gibi, kayıt cihazları da kapattırılır.

Lenin’in vasiyetinden ve onun, Stalin’in görevden alınmasını talep etmesinden sadece burjuva tarihçiler değil, Stalinist ve sosyal demokrat tarihçiler de nefret eder. Bunun nedeni aynıdır: Bu vasiyet ve Lenin’in bu dönemde yazdığı daha birçok metin, Lenin’in Marksizmini Stalin’in bürokratizmine bağlamayı, ikisini birbirlerine eşitlemeyi olanaksız kılar. Bu vasiyet karşısında bir yandan Stalinist bürokratlar işçi sınıfı düşmanı ve karşıdevrimci suçlarını Lenin’de doğrulayamaz, Lenin’i mazeret olarak kullanıp kendi ihanetlerini haklı çıkaramazlarken; burjuva yöneticiler ile tarihçiler de, antikomünist histerilerinin tatmini noktasında önemli olan Stalinizmin Leninizmden kaynaklandığı iddiasını ileri süremeyerek kudururlar.

Lenin’in hayatının sonunda verdiği devrimci antistalinist mücadelenin metodolojik ve politik geleneği, daha sonra Troçki ile Rakovski önderliğindeki Sol Muhalefet’te ve ondan sonra da 1938’de kurulan Dördüncü Enternasyonal’de korundu ve sürdürüldü. Lenin’in politik vasiyetinin örgütsel devamcısı olan Dördüncü Enternasyonal, 20. yüzyıl boyunca Stalinist gizli polisten aldığı bütün ölümcül darbelere, kadrolarının uğradığı bütün suikastlere rağmen, işçi hareketi içinde bir Marksist kutup olarak kalmayı başardı ve 21. yüzyılda, işçi hareketi içinde militan, enternasyonalist ve devrimci bir eğilim olarak kendisini var edebildi. Bu tarihsel başarıda, Lenin’in verdiği son mücadelenin rolü hiçbir şekilde yadsınamaz. 

Yorumlar kapalıdır.