Hatay’dan aktarımlar: “Koordinasyonsuzluk halen en büyük sorun”
Bu benim depremden sonra Antakya’ya -ailemin yanına- ikinci gidişim. Bu yazının yazıldığı sırada, üzerinden geçen bir aya yakın zamana rağmen deprem, yarattığı tüm yıkımın, koordinasyonsuzluğun ve plansız yönetimin de etkisiyle halen tüm çıplaklığıyla insanların hayatının merkezinde duruyor.
Burada ailemle ve köylerdeki depremzedelerle yaptığım sohbetlerden ve gözlemlerimden yola çıkarak güncel durumu sizlere aktarmak istiyorum. Bunları doğrudan birinci ağızdan aktarmak isterdim ama çoğu kişi depremi ve deprem sonrası yaşananları ifade etmekte duygusal olarak çok zorlanıyor.
Antakya’da depremin yarattığı yıkımın köylerde ve şehirde farklı etkileri olduğunu söyleyebilirim. Ancak iki taraf için de ortak olan, depremin ilk anlarından itibaren yaşanan çok büyük bir çaresizlik ve terk edilmişlik hissi…
Depremin ilk günlerinde çok iyi bildiğimiz gibi herkes sevdiklerinin derdine düşmüştü. Köydekiler ise ilk anda canlarını kurtardıktan sonra hemen kent merkezindeki sevdiklerinin yanına koşmaya çalışmışlar; fakat tüm yolların kapalı olması, elektriğin kesilmesi ve o gün çok kuvvetli yağış olması insanların birbirine ulaşmasını engelleyip çok daha büyük bir korkuya sebep olmuş. Ancak devletin imkânlarının bir şekilde şehre ulaşacağını düşünmüşler. 3. gün ise halen ulaşmadığını, yeterli yardımın olmadığını duyduklarında bir şekilde şehre ulaşmaya çalışmışlar ve 4-5 gün enkazdan ses alıp, yeterli yardım olmadığı için bu sesler eşliğinde çaresizce beklemek zorunda kalanlara tanık olmuşlar.
Sevdiklerini enkaz altından çıkarabilenler ise bir yandan da hastane ve sağlık sisteminin çökmüş olmasından dolayı kendi çabalarıyla enkazdan çıkardıklarını yine kendi çabalarıyla hayatta tutmaya çalışmışlar. Merkezde kullanılabilir tek bir hastane mevcuttu ve yakınlarını bu hastaneye yetiştirebilenler müdahalenin çok yetersiz olduğunu, enkazdan çıkanların da genelde iç kanama veya kan kaybından dolayı hayatlarını kaybettiklerini belirtiyorlar.
“Cenazeleri teşhis etmek bile başlı başına bir sorundu,” diyor kardeşini ve yeğenini morga çevrilen hastane önündeki 300 cenaze içinden teşhis etmek zorunda kalan eniştem…
Daha sonra ise şehre sağlıkçılar ve AFAD ekipleri gelmeye başlamış ama bu sefer de hepimizin tanık olduğu gibi yetersiz malzeme ve ekipman sorunları yaşanmış…
Süreç itibarıyla, artık enkaz altında ölümler kabul edilmiş durumda, insanlar artık kendi ayakta durma süreçlerini inşa etmeye çalışıyorlar. Öyle devasa bir acı var ki şu an içlerinde, ama onu düşünmekten bile uzak duruyorlar çünkü bir yandan bir yaşam mücadelesini sürdürmek zorundalar. Herkesin dilinde şu var: “Evet, biz ölülerimizin acısını şu an yaşayamıyoruz. Yaşasak şu an ayakta duramayacağız, hayatımıza devam edemeyeceğiz, sağlıklı bir ortam oluşturamayacağız.” Kimse birbirine kendi acısından, travmasından bahsedemiyor. Tüm acıya rağmen herkes kendisini güçlü durmak zorunda hissediyor. Özellikle de kadınlar…
Çadır ve barınma sorunu bugün halen en önemli sorunlardan biri. Köylerde insanlar çadıra ulaşamadıkları için kendi imkânlarıyla yaptıkları derme çatma barakalar var. Kendi enkazlarından kullanabilecekleri malzemelerle barakalar inşa etmeye çalışmışlar ama hava koşulları nedeniyle bunlar da çok yetersiz ve korunaksız kalmış. Çadır bulabilenler ise bu çadırlarda üçer beşer aile oldukça sağlıksız koşullarda yaşıyorlar.
Benim kaldığım yer, eskiden dışarda odunluk olarak kullanılan derme çatma bir yer. Ve buranın etrafına battaniye, halı gererek bir baraka yapılmış. Çok güvensiz, sıkıntılı bir yer ama başka alternatifimiz olmadığı için şu an insanlar bu şekilde idare ediyor. Burada evlerin çatıları metaldir, onları sökerek barakalarını inşa ediyorlar. Altyapı sıkıntısı çok büyük. Su gelse bile insanların su depoları hasar gördü -burada genelde evlerin damlarında su depoları bulunur- onlar hasar gördü. Su verilse de bunlar tamir edilmedikçe hiçbir faydası yok. Şu an burada çok fazla kuyu suyu kullanılıyor ama güvenli değil. Altyapı çöktüğünden dolayı kanalizasyon ile kuyu suları birbirine karıştı ama maalesef ki insanlar o suyu bile kullanmak zorunda. Mecbur kaldıkları için o suyu kaynatarak ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Duş almadan önce bile o suyu kaynatıp o şekilde kullanmak zorundalar.
Hijyen yine en önemli problemlerden biri. Büyük bir sağlık sıkıntısı da mevcut, şehir merkezinde kurulan konteyner kentlerde bile yeterli sağlık hizmetinin ve hijyen koşullarının olmamasından dolayı salgın hastalıkların yayıldığından söz ediliyor. Hâlâ birçok enkaz kaldırılmamış durumda ve çok sağlıksız ortamlarda enkaz kaldırılmaya devam ediliyor. Şehir merkezi zaten yerle bir olduğundan dolayı şu an bir toz bulutu halinde. İlk günden beri hiçbir şekilde önlem alınamamış, maske dahi bulunamamış. Kendi çabalarıyla ayakta durmaya çalışmışlar. Kiminle konuşsam büyük bir travma yaşadığını görüyorum. İnsanlar travmaları nedeniyle sağlam olan bir eve bile giremiyor, ama bir yandan da girmek zorunda hissediyor, çünkü maalesef ki tuvalet ihtiyaçlarını derme çatma barakalarda ya da tarım için kullanılan seralarda karşılıyorlar. Maalesef ki köylerde kümesler banyo ya da tuvalet olarak kullanılıyor.
Kadınlarla konuştuğumda onların da kendi kişisel ihtiyaçlarının hiçbirini karşılayamamış olduğunu görüyorum. Çoğu kadın enfeksiyon kapmış durumda çünkü yeterli hijyen malzemesi yok. Şu anda hiçbir köyde bir sağlık müdahalesi, taraması vs. yok.
Koordinasyon problemi halen en büyük sorun. Devlet burayı kendi haline terk etmiş durumda. Şu an bir şekilde yardım ediyormuş gibi göstermeye çalışıyor. Ama baktığımızda bir yerde gıda birikimi mevcutken bir yere ulaşmıyor. Ya da bir yerde gıda fazlalığı var ama sağlık malzemesi ihtiyacı çok, oraya sağlık malzemesi ulaşmıyor vs. Yapılan yardımlar da insanlara adeta sadaka misali dağıtılıyor, hatta kafalarına atılıyor.
Depremden hemen sonra buradan ayrılmış ama şimdi geri dönen insanlar olduğunu görüyorum. Nedenini sorduğumda Hatay dışında barınamadıklarını, onlara sığınmacı gibi baktıklarını, sadaka verir gibi davrandıklarını söylüyorlar. Dışarıda karşılaştıkları kötü muamele sonrası “Burada depremle yaşamaya razıyız” diyorlar. Özellikle Hatay’ın demografik yapısı gereği burada yaşayanların çoğu Arap kökenli ve Arapça konuşuyorlar. Ve başka şehirlerde kendilerine Suriyeli/mülteci gözüyle bakıldığını ve Suriyelilere yapılan ayrımcılığın kendilerine de uygulandığını söylediler. Bu sebeple Hatay dışında hiçbir yere gitmek istemiyorlar. Buraya tüm travmalarına, barınma gibi diğer sorunlarına rağmen geri dönüyorlar.
Zaten kiralardaki artıştan dolayı kimse barınacak bir yer de bulamıyor, çoğu kişiye hâlâ devlet yardımı ulaşmamış, ne nakit ödemeler ne maddi yardım gelmiş. İnsanlar bir şekilde hayatlarına devam etmeye çalışıyor ama ekonomik anlamda hiçbir güvenceleri yok. Kesinlikle bir daha betonarme yapılara girmek istemediklerini söylüyorlar, prefabrik ev talepleri var, ücretsiz sağlık ve barınma ihtiyaçlarının uzun dönemli olarak sağlanması gerektiğini söylüyorlar. Şu anda gözle görülür bir şekilde yardımların azaldığını görebiliyoruz. Enkazını çıkarmak isteyenler parayla kepçe tutuyor ve cesetlerine ulaşamadıkları yakınlarını saati 500 ile 1000 TL arasında değişen ücretlerle çıkarmaya çalışıyorlar. Cenazelerini ceplerindeki son paralarla çıkarmaya çalışıyorlar…
Şu anda gündem yeniden inşa süreci ama herkesin kafasında benzer sorular var. Yeni yerleşim alanları nereleri olacak? Bu evler için borçlandırılacaklar mı? İş nasıl bulacaklar? Kendilerine sorulmuyor, bilgi verilmiyor olması, devletin onları muhatap almıyor oluşu ayrı bir çekince yaratıyor. Hiçbir iktidardan veya ana muhalefetten siyasetçinin/yöneticinin kendileriyle görüşmediğini, toplu görüş alışverişi içinde bulunulmadığını ifade ediyorlar. Bundan sonraki hayata, düzene dair büyük bir belirsizlik söz konusu…
Köyde yaşayanların çoğunun evlerinin önü için bireysel çadır ihtiyaçları var. Çünkü burada en azından hayvancılık ve tarımla hayatlarını idame ettirme şansına sahip olduklarını söylüyorlar, onlara bir güvence ve gelecek sağlanamayacağını düşündüklerinden dolayı topraklarından ayrılmak istemiyorlar. Buradan bir kere giderlerse geriye hiçbir şeylerinin kalmayacağını düşünüyorlar.
Şu anda yardım ulaşmayan yerlerde insanlar kolektif olarak bir arada durmaya çalışıp süreci bu şekilde aşmaya çalışıyor. Yemek, çamaşır, yaşlı ve çocukların bakımı, sağlık sorunları, hijyen sorunu, güvenlik kaygısı derken kadınların üzerindeki yük çok artmış durumda, bu süreçleri ve işleri kolektif olarak örgütlemeye çalışıyorlar.
Psikolojik destek ihtiyacı var, özellikle de çocuklar için ama aileler kendilerine psikolojik olarak yetemezken çocuklarına da o desteği veremiyor haliyle.
Benim gözlemim şu: İlk geldiğim zaman çok büyük bir kaos hakimdi. Şu an ortalık görece sakin görünüyor, evet, ama bugün buna rağmen bile koordinasyon sağlanamıyorsa bu çok büyük bir sorun. Koordinasyon eksikliği; barınma, gıda, kadınların, çocukların, yaşlıların temel ihtiyaçlarının karşılanması açısından büyük bir eksiklik. Keza STK’lar ve sol örgütler bir şekilde koordine etmeye çalışıyor süreci ama o kadar büyük bir yıkım var ki sınırlı imkân ve insan gücüyle onların da ihtiyaçlara yetebilmesi mümkün değil. Yine de depremzedeler, onların yaptıklarının yıkıma bir nebze olsun merhem olduğunu söylüyorlar. Öte yandan, konuştuğum çoğu kişi “Biz birbirimize yeteriz” gibi söylemler altında insanların cebindeki paranın alınıp yardım ediliyormuşçasına geri verilmesinden çok rahatsız.
Yorumlar kapalıdır.