Diyarbakır’dan bir depremzede: “Şaşırtıcı olan insanların hâlâ şaşırabilmesi!”

Biliyoruz ki 24 Şubat 2022’de Rus rejimi Ukrayna’yı işgale başladı ve işgalin üzerinden bir yıl geçti. Tam bir yıldır Doğu Avrupa’da savaş hayatın bir parçası haline geldi. Biz ise bu savaşın Netflix dizisi olmasını beklemekten başka bir şey yapamadık. Ne yazık ki bu bir yılda BM’nin raporuna göre şu ana kadar 11 binin üzerinde insan hayatını kaybetti ve tabii ki bu sayıların çok da gerçeği yansıtmadığını biliyoruz. Artık ölülerin beşer, onar, yüzer artan ardışık sayılar dışında pek de anlamının kalmadığı bu düzenin mihenk taşlarından biri olan savaşı hatırladıktan sonra bir de kendi ülkemize bakalım. Biz Ukrayna’nın bir yılda savaşta kaybettiği insanın yaklaşık beş katını 80 saniyede kaybettik. Depremi Diyarbakır’da yaşayan biri olarak söylemeliyim ki, evsiz kaldığımızı ifade etmekten utanacağım kadar çok acı bıraktı geride. Evsiz kaldığını söylemenin şımarıklık olduğu bir döneme hiç denk geldiniz mi? Tabii benimle aynı duyguyu yaşayan on binlerce insan var. Çünkü yaşıyoruz ve enkaz altında çocuğumuzun cesediyle 10 gün kalıp susuzluktan ölmedik. Peki buraya nasıl geldik?

Birkaç müteahhidin her binadan birkaç bin lira fazla kazanmak için çaldıklarından dolayı mı, o yapıları yapmalarına izin veren belediyelerden dolayı mı yoksa imar affı çıkaranlardan dolayı mı? Öyle bir noktadayım ki artık neyi eleştirmemiz gerekiyor bilmiyorum. Bir zamanlar deveye sormuşlar “Neren eğri?” diye, şimdi o deveden yüz binlercesi var. Hangisine soralım?

Henüz 30’uma varmadan Sur’da savaşı, Türkiye’de darbeyi, ekonomik krizi, salgını ve en büyük deprem felaketlerinden birini yaşadım/yaşadık. Araya serpiştirilen ırkçılığı, ötekileştirilmeyi, asimilasyonu ve kadın düşmanlığını saymıyorum bile. Ne yaşarsak yaşayalım dünyada daha kötüsünü yaşayanları kendimize referans alıp hayata tutunmaya çalışıyoruz çünkü kapitalizmde her zaman daha kötüsü vardır. Maalesef hiçbirini normalleştirmememiz gerektiğini bildiğimiz halde normalleştiriyoruz ve her şeye şaşırıyoruz.

Şaşırtıcı olan insanların hâlâ şaşırabilmeleri ve bu kadarı da olmaz demeleri. Ya ne bekliyorduk?

İşçilerin, kadınların, emekçilerin, transların, inancı veya etnik kökeni farklı olanın, kısacası insanın ve insanca olanın düşmanı olan bu yönetimden ne bekliyorduk?

Vehhabîlik kültürünü kendine din edinmiş bilim, sanat ve kültür düşmanlarından akılcı bir yaklaşım mı bekliyorduk? Çürük bir sistem üzerine çürük bir iktidar anlayışı inşa edenlerin yaptıkları binaların bu anlayıştan farklı olmasını mı bekliyorduk? İnsanlar çaresizlikten, soğuktan hasarlı binalarına girmek zorunda kalırken, çadır bulamazken Cumhurbaşkanı’nın deprem bölgesindeki konvoyunun düzenlenmesinin telaşından başka bir gelişme olmasını mı bekliyorduk? Yoksa varlığını suç ve kaos üreterek devam ettirenlerin gerçekten halka destek olacağını falan mı? Bu durum artık her gün göle taş atıp taşın batmasına şaşırmak gibi değil mi? Hâlâ yetersiz çadırlardan, gelmeyen yardımlardan, geç kalınmışlıktan dolayı gerçekleşen ölümlerden bahsediyoruz ve yapamadıkları için şaşırıyoruz.

Diğer taraftan iktidar değiştiğinde bu sorunların ortadan kalkacağını da düşünüyoruz. Dünyada her gün 24 bin insanın açlıktan ölmesinin, bize bu sorunun iktidar sorunu değil sistem sorunu olduğunu hatırlatması gerekiyor.

Ve ben uzun zamandır hemen hemen hiçbir şeye şaşırmıyorum. Savaşa da, talana da, kıyıma da, hukuksuzluğa da… Ama şaşırdığım küçük bir şeyler var. Neden hâlâ Saray’da deprem olmuyor?

Yorumlar kapalıdır.