Deprem sonrası krizin sorumlusu göçmenler mi?

6 Şubat’ta meydana gelen ve Türkiye ile Suriye’yi etkileyen iki büyük depremde, resmi sayılara göre 44 bini aşkın insanımız yaşamını yitirdi, on binlercesi yaralandı, on ilin önemli bir kısmı adeta enkaza döndü. Hükümetin tamamen aciz kaldığı koşullarda, bir yandan enkaz altında kalan canları kurtarmak ve kurtulanların temel ihtiyaçlarını gidermek için emekçiler görülmemiş bir dayanışma seferberliği örgütlerken, diğer yandan bazı çevreler göçmenlere yönelik büyük bir karalama kampanyası başlattı.

Depremin ilk saatlerinden itibaren, Ümit Özdağ başta olmak üzere çeşitli siyasetçiler ve kişiler, Suriyeli göçmenlerin deprem bölgesindeki ev ve mağazaları yağmaladığına yönelik haberleri sosyal medya üzerinden yaymaya başladılar. Örneğin, 7 Şubat’ta Urfa İpekyol’da, Suriye uyruklu olduğu iddia edilen bir kişinin, arama kurtarma çalışmalarına katılan bir itfaiye erinin cep telefonunu çaldığına dair görüntüler servis edildi; çok geçmeden ortada ne bir hırsızlığın olduğu ne de söz konusu kişinin Suriyeli olduğu anlaşıldı. Özelikle yağma olaylarında Suriyelilerin baş rolü oynadığı ileri sürüldü. Yabancı düşmanlığı öyle bir noktaya vardı ki, ülkenin dört bir yanından gönderilen erzak ve yardımların dağıtımında Suriyelilere öncelik verildiği bile iddia edildi.

Göçmen düşmanlığı, Türk kapitalizmi ve özellikle onun faşizan aparatları için her zamanki gibi çok kullanışlı ve deprem özelinde iki şeye hizmet ediyor. İlk olarak, deprem bölgesinin birçok yerinde günlerdir ortada görülmeyen devlet kurumlarının basiretsizliğini, örgütsüzlüğünü ve hatta bir bakıma sınıfsal tercihlerini maskelemek ve gündemi değiştirmek gerekiyordu. İkincisi, çığ gibi büyüyen ve ilk andan itibaren devlet açısından bir tehdit olarak görülen emekçilerin deprem seferberliği gölgelenmeliydi. Bunun yolu da emekçi halk arasındaki kimlik farklılıklarına oynamak ve ayrıştırma politikası yürütmekti.

Oysa gerçek şu: Türk, Arap, Kürt veya Sünni, Nusayri, Hıristiyan on binlerce insan, emperyalizme bağımlı Türk kapitalizminin çürümüşlüğü nedeniyle yaşamını yitirdi, çok daha fazlası yaralandı, sevdiklerini kaybetti ve doğup büyüdükleri yurtlarının yok olmasına birlikte tanıklık etti. Milyonları ise depremzedelere yardım ulaştırmak için birlikte çalıştı. Şunu açıkça söyleyelim: İster Suriyeli ister bir başka halktan; etnik kimliği, inancı, dili ne olursa olsun bütün emekçiler sınıf kardeşleridir. Türkiye toprakları tarih boyunca sayısız medeniyete ve halka ev sahipliği yapmıştır ve hâlâ da yapmaktadır. Üstelik Suriyelilerin iç savaş nedeniyle son kitlesel göçünden öncesinde bile bu topraklarda Arapça konuşan halklar yaşıyordu, hâlâ da yaşıyor. Bunu anlamak için depremin en büyük yıkıma yol açtığı Antakya’ya bakmak yeterli: Yüzyıllardır Sünni, Nusayri, Süryani başta olmak üzere sayısız topluluk burada birlikte yaşamakta. Tüm bu halklar hasım değildir; eğer illa bir hasım arayanlar varsa, bu insanları enkaz altında bırakan ve temel ihtiyaçların giderilmesini bile örgütleyemeyen sermayedarlar devleti ve onun hükümeti orada durmakta.

Yorumlar kapalıdır.