İşçi denetimi… Ama her düzeyde!

Şu işe bakar mısınız: Rize Fındıklı Belediyesinde çalışan 72 işçi, üyesi oldukları Türk-İş’e bağlı Belediye-İş’ten istifa edip DİSK’e bağlı Genel-İş’e geçiyorlar, ama yetki yıl sonuna kadar hâlâ Belediye-İş’te. Bu arada belediye yönetimi işçilere ek zam vermek için bir protokol hazırlıyor, fakat Belediye-İş kendisinden istifa eden işçileri cezalandırmak için protokolü imzalamıyor. Bunun üzerine Salih Özkan adlı işçi, Belediye-İş Artvin-Rize Şube Başkanı Yaşar Kaspar’a işçilerin kabul ettiği sözleşmeye neden imza atmadığını soruyor. Kaspar ise yanıt olarak işçi Özkan’a silah çekiyor.

“Bu ne biçim sendikacılık?” demeyin. Koltuklarını korumak için her türlü mafyatik yönteme başvuran sendikacılar elbette var. Ama silahı bir kenara bırakalım, sendika bürokratları ayrıcalıklı mevkilerinde kalabilmek için pek çok başka yollara başvurabiliyorlar. Bunların içinde en klasiği, bağlı işyerlerinde temsilciliklere kendilerine yakın olanları atamak ya da seçtirmek ve onları bir gün kendilerinin de sendika profesyoneli olarak aynı ayrıcalıklara sahip olabilecekleri hayaliyle desteklerinde tutmak. Ya da temsilcilik ve yönetim seçimlerinde bölgecilik, politik ayrımcılık gibi bölücü yöntemler uygulamak. Hatta sendikadan sudan sebeplerle ihraç etmek. Olmadı silah çekmek.

Bu nedenle işçilerin sendikaları üzerinde mutlaka politik ve idari denetim uygulamaları gerekir derken, bu denetimin daha işyerinde temsilciler üzerinden başlaması gerektiğine işaret ediyoruz. İşçilerin oylarıyla seçilen, gene işçi oyuyla her an görevden alınabilen, dönüşümlü temsilcilik ve sendika yöneticiliği kuralı mutlaka sendika tüzüklerinde yer almalı.

Bu denetim zorunluluğunu siyasi planda da gerçekleştirmek gerekiyor. Şimdi genel seçimler yaklaşıyor ve her seçim sürecinde olduğu gibi şimdi de emekçilerin oylarına talip olan adaylar bir dizi vaatlerde bulunuyorlar. Tabii önce bu adayların ve onların partilerinin emekçilere ve genel olarak topluma ne vaat ettiklerine, neleri önerdiklerine dikkatle bakılmalı. Örneğin ücretleri yoksulluk düzeyinin üzerine çekecekler mi; sendikalar ve TİS yasalarını patron yanlısı olmaktan çıkaracaklar mı; işten çıkarmaları yasaklayacaklar mı; işsizliğe karşı iş saatlerini 6 saate indirip dördüncü vardiyaları kuracaklar mı; özelleştirmelere son verip işçi denetiminde kamulaştırmalara gidecekler mi; planlı bir ekonomiye geçecekler mi…? Bu gibi konular emekçiler için oylarını nasıl kullanacaklarında belirleyici olmalı.

Ama daha sonrası da var. İşçilerin meclise yolladıkları vekiller genellikle kendi seçmenlerinden kopuyorlar, emekçiler de onların faaliyetlerini yeterince izlemiyorlar. Oysa denetimi bu konuda da işletmek gerekir. Onların komisyonlarda ve genel kurulda neleri ve nasıl savundukları mutlaka takip edilmeli. Hangi önergeleri verdikleri, bu önergeleri seçmenleriyle birlikte oluşturup oluşturmadıkları, başka partilerden gelen önergelere karşı nasıl bir tutum aldıkları… Bunların hepsi dikkatle takip edilmeli ve atabilecekleri her yanlış veya yetersiz adım eleştirilmeli. Kısacası, vekiller yönlendirilmeli, onlardan seçmen toplantıları düzenleyerek hesap vermeleri istenmeli.

Bunlar yapılmadığı takdirde, örneğin yetersiz ve yeni prim sorunları yaratan Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) yasasına olumlu oy verebiliyorlar. Ya da kendileriyle yapılan röportajlarda patronların sendikal yetki müracaatlarına itiraz haklarının olduğu gibi bir tez ileri sürebiliyorlar. Tecrübesizlik ya da bilgisizlikten kaynaklanabilecek bu tür hatalar ancak işçilerin vekiller üzerindeki denetimiyle önlenebilir veya düzeltilebilir.

Bu takibi ve denetimi her düzeyde uygulayabilmek, her emekçinin kendi sınıf sorunlarına ve geleceğine sahip çıkabilmesinin en önemli yoludur.

Yorumlar kapalıdır.