Seçimler bitti ve Tek Adam rejimi iktidarını korudu. Rejimin az da olsa yeterli bir çoğunluk elde etmesinde elbette tüm devlet olanaklarını kullanmasının, uydurduğu yalanların, attığı iftiraların, uyguladığı baskıların ve seçim yolsuzluklarının payı büyüktü. Muhalefetin seçimi kaybetmesine ilişkin başka gerekçeler de dile getirilebilir: aday seçiminin yanlış olması, kampanya stratejilerinin yanlışlığı ve yetersizliği, kültürel bölünmüşlük, milliyetçiliğin yükselmesi vb. Bunların hepsi tartışılabilir ama gerçekçi olacak olursak, asıl sorun muhalefetin ittifaklar ve tek tek partiler olarak emekçi halka sunduğu önderliğin niteliğinde ve halka sunduğu programın kendisindeydi.
Bunu neden böyle diyorum? Dikkat edilecek olursa, emekçi sınıfların yoğunlaştığı büyük şehirlerin çoğunda muhalefet kazandı. Ama, İzmir’in dışında, bu zafer neredeyse kıl payı oldu. Kent merkezinden dış semtlere ve ilçelere doğru gidilince AKP-MHP ittifakının oylarının arttığı görülüyor. Yani bu partiler emekçi sınıflardan da ciddi miktarlarda oy topluyor. Bunun dindarlıkla veya milliyetçilikle doğrudan bir ilgisi yok, zira iki kesimde de dindar ve milliyetçi insanlar var. Peki o halde neden işçiler kendilerini bunca yoksullaştıran ve baskılayan bir ittifaka oy verdiler?
Birincisi, önlerinde kendilerine güven veren, köklü sınıfsal dönüşümler öneren, birleşik ve mücadeleci bir emek cephesi göremediler. Kendilerine muhalefet olarak sunulan, biraz daha demokratik, biraz daha sosyal yardımcı ama neticede aynı şekilde kapitalist bir “çözüm” önerisiydi. Emekçi kitleler sorunlarının çözümü için güçlü ve kararlı önderlikler arar. Bunu şimdilik, diğer burjuva muhalefeti “ezmeye hazır” olan alternatifte gördüler ve oylarını ona verdiler.
İkincisi, muhalefet yıllardan beri tüm çalışmasını sandığa endeksledi, kampanyasını da öyle yürüttü. İktidar grevleri yasaklarken, sendikalaşmanın önüne bin bir engel çıkartırken, iş cinayetlerine göz yumarken, işten çıkarmaları desteklerken, zam üzerine zam yaparken, kadınları gençleri kelepçelerken, cezaevlerini demokratlarla ve sosyalistlerle doldururken, önde gelen tüm muhalefet liderleri “Aman sokağa çıkmayın” tavsiyeleriyle iktidar çetelerinin mahalle egemenliğine göz yumdular.
Şimdi dokuz ay sonra yeni seçimlere gidilecek, mahalli seçimlere. Tek Adam rejimi daha şimdiden hazırlığını yapıyor. Aynı baskı ve yıldırma uygulamalarıyla, yalanlarla ve iftiralarla yürüyecektir. Dün ona oy vermiş olan emekçileri onun etkisinden çekip çıkaracak olan yeni bir burjuva muhalefet değil aktif, militan ve kararlı bir mücadele verecek olan bir emek cephesidir. Yarım yamalak sosyal yardım ve burjuva demokrasisi önerilerine değil, emekçi sınıfların radikal dönüşüm taleplerine dayalı bir program üzerinde kenetlenmiş birleşik bir önderliğe ihtiyaç var.
Ancak önümüzdeki dokuz ay boyunca grev çadırlarını, miting meydanlarını, sokakları, tüm mücadele alanlarını sloganlarımızla, bayraklarımızla, toplantılarımızla doldurarak kazanabiliriz. Sorun provokasyona gelmemek değil, provokatörleri ve çeteleri etkisiz hale getirebilmektir. İşçi sınıfının anayasal haklarını kullanarak girişeceği her türlü aktif mücadele hem kendisine hem de ondan önderlik bekleyen diğer toplum kesimlerine güven verecektir.
Emeğin sınıfsal gücünün sandıklara yansıması ancak böyle mümkündür.
Yorumlar kapalıdır.