Rejim, kitleler ve kopuş

Kapitalist emperyalizmin küresel ekonomik krizi derinleştikçe birçok ülkede siyasal rejimlerde de Bonapartistleşme eğilimlerinde artışa, baskı politikalarında yükselişe ve sağın güçlenişine tanıklık ediyoruz. Sağın güçlenişi dışında kalan diğer iki başlığın iki ana nedeni mevcut. Kapitalist iktidarlar krizi emekçi halklara fatura etmek isterken uygulamak zorunda oldukları kesinti planlarına karşı daha Bonapartist rejimlere ihtiyaç duyuyorlar. Ayrıca, krizle birlikte artan sınıfsal kutuplaşmayı suni bir bölünmeye uğratmak için de baskı politikalarına başvuruyorlar. Bu yolla bazı toplumsal kesimleri hedef tahtasına koyarak, onlara dönük daha yoğun baskı politikaları uygulayarak, toplumsal kesimler içerisinde de kendileri lehine bir bölünmeyi kışkırtıyorlar. Kadınlar, lgbti+lar, göçmenler ve tabii ki ezilen uluslar ekonomik krizin derinleşmesi ile birlikte rejimlerin daha fazla hedef tahtasında.

Bu, dünya üzerinde hâlihazırda baskıcı rejimlerin egemen olduğu ülkelerde de bu şekilde. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi. Bonapartist bir karaktere sahip olan Tek Adam rejimi, ülkede ekonomik krizin etkileri derinleştikçe demokratik alanı daha fazla kısıtlamaya, baskıcı niteliklerini daha görünür kılmaya çalışıyor.

Tabii ki buradan, baskıcı karakterin artması ve seçimlerin sonucunda Erdoğan’ın iktidarda kalmasından, Tek Adam rejiminin topyekûn konsolide olduğu gibi bir otomatik sonuç çıkaramayız. Rejim önümüzdeki süreçte ekonomik krizin kendisini de içerisine çekmiş olduğu buhrana cevaplar üretmeye çalışacak ve bu cevapların kendi iç dengesini sarsma olasılığı da oldukça mevcut.

Ama yapmayı sürdüreceğinden emin olduğumuz nokta, kitleler nezdinde rejimden duyulan hoşnutsuzluğu ve bu hoşnutsuzluğun taşıyıcısı olan toplumsal muhalefet kesimlerini kutuplaştırıcı, baskıcı politikalarını sürdüreceği.

Kadınların, lgbti+ların ve Kürt halkının demokratik haklarına saldırmaya, işçi sınıfının zaten kırıntı haline gelmiş haklarını gasp etmeye devam edecek. Ama bunu yaparken de kutuplaştırıcı söylemiyle hem toplumsal muhalefetin birleşmesini engellemeye hem de kendi tabanını milliyetçi, muhafazakâr eksende tutmaya gayret edecek.

Keza ipleri Erdoğan’ın elinde olan Cumhur İttifakı; Yeniden Refah, Hüdapar ve Sinan Oğan gibi İslamcı, faşizan ve milliyetçi odakları bünyesine katarak daha da sağ, muhafazakâr, kadın düşmanı bir karaktere büründü. Buna Millet İttifakı bünyesinde yer alan ve bugün de parlamentoya giren diğer sağ ve muhafazakâr sektörleri kattığımızda karşımıza belki de Türkiye tarihinin en sağ bileşimli parlamentosu çıkıyor.

Ama unutmayalım, dünyada da bir fenomen olan sağın güçlenişi burada da geçerliyken, bunun nedeni emekçi kitlelerin topyekûn olarak sağcılaşması değil. Tam tersine, kitlelerin, ekonomik krizin sonuçlarından ve baskı rejiminden kurtuluş yolunda önlerinde net bir alternatif görememesinden kaynaklı.

Çünkü Türkiye’de olduğu gibi dünyanın birçok ülkesinde de sosyalist hareket rejimden kopuş iradesini burjuva muhalefetlere teslim etme eğiliminde.

İşte biz tam da bu nedenle, emekçi kitlelerin demokratik, ekonomik ve sosyal talep ve mücadelelerini birbirinden ayrıştırmamak, tam tersine birleştirmek gerektiğini savunuyoruz. Ve bunun başlıca yolu da rejimin bizatihi kendisinin başlatmış olduğu “yeni anayasa” tartışmasında sosyalist güçlerin ve emek hareketinin kopuşçu bir perspektifi öne çıkarmasından geçiyor; emekçi kitleleri Bağımsız ve Egemen bir Kurucu Meclis talebi etrafından seferber etmekten.

Yorumlar kapalıdır.