Kadim bir dostun ardından

Haberi alınca bir an film şeridini gerisin geriye sardım. Yıl 1973! Bir de baktım ki, şaka değil, tam 50 yıl, yani yarım yüzyıl olmuş Muhittin’le tanışıklığımız. Ben 20 yaşında THKP/C sempatizanı bir genç, o ise gene yirmili yaşlarının başında Ankara’dan İstanbul’a gelmiş bir devrimci. Ama ciddi ciddi Troçkist olduğunu söylüyor. Aynı evde yaşıyoruz, onlar üst katta biz aşağıda. Hemen bana Troçkizm propagandası yapmaya başladı. Etkilendim. Yukarıda onların oturduğu katta bir ara Şirin (Cemgil) de kalıyor. O beni doktorcu (Kıvılcımlı) yapmaya çalışıyor, Muhittin Troçkist! Şirin bir gün baktı ki, biz (çevremde ileride hepsi Troçkist olacak olan arkadaşlarım var) Troçkizme doğru meylediyoruz, hiç unutmam, bana şöyle bir itirafta bulundu: “Bak Şadi bu Troçkizm tehlikeli bir şeydir. Önden burjuvazinin saldırısına uğrarsın, arkadan Stalinistlerin. Troçkist olursan bunu göze almalısın.” Rahmetli belli ki biraz korkutmak istedi kötü yola düşmeyelim(!) diye. Genciz, doktoru da okumakla birlikte, hepimize Troçki daha ilginç geldi -zaten o sıra Ağaoğlu yayınlarından Isaac Deutscher’in Troçki biyografisinin 3. cildi de çıkmış- ve tabii Troçkist olduk. Bunda Muhittin’in payı büyük.

Tam o sıralar Şili’de darbe olmuş, Allende öldürülmüş, Kızıldere ve Denizlerin idamı sonrası ilk uluslararası hayal kırıklığımız. Muhittin derhal Şili üzerine bir makale çevirip bize veriyor. İngilizcesi iyi, ne de olsa ODTÜ mezunu. Şili’de burjuvaziyle anlaşan Halk Birliği’nin (Cephesinin diye okuyun) ihaneti! Bu da bir yorum. Bize ilginç geldi. Sonuçta SP’li Allende elde tüfek öldü, KP’li hükümet ortağı Corvolan askeri darbe yönetiminin SSCB yönetimiyle anlaşmasıyla soluğu Moskova’da aldı!

Daha sonra Muhittin’le birlikte o sıralar renkli ve ofset yayımlanmaya başlanan Günaydın gazetesinin Haber Ekinde çalışmaya başladık. Yarı zamanlı ama o güne göre dolgun ücret alıyoruz. Sigortalı değiliz, H. Simavi bizi sigortalı yapmamış. Muhittin’le benim haricimde bizlerden Orhan Koçak, Orhan Dilber, Ahmet Doğukan var. Ama ayrıca Orhan Bursalı, Melih Aşık, Necati Doğru filanla birlikte çalışıyoruz. Faksları, yabancı gazete ve dergileri tarayıp haberler yapıyoruz. Diyebilirim ki 1974 Portekiz Devrimi’ni ABD istihbaratından sonra en yakından izleyen basın organı olduk. İlginç bir deneyimdi. Hemen o ara Kıbrıs savaşı çıktı. Muhittin gazeteye gece nöbetine gidiyor. Sıkıyönetim var. Gazetenin servis arabası onu eve yakın bir yerde (Levent’te) bırakıyor. O da ordan yürüyerek eve geliyor. Sokak köpeklerinden çok korkardı. Gece sürü onu kuşatıyor. Panikliyor. Benzincide bir arabanın içinde bir çift görüyor. Hiç sormadan kapıyı açıp dalıyor arka koltuğa. Onu eve kadar bırakıyorlar. Ertesi sabah gülerek bize bu durumu anlattıydı, “Ne yapsaydım? Çok korktumdu,” diyerek.

Futbolu çok seviyor, Metin Oktay hayranı koyu bir GS’li, ilk maçta 3-0 yenildikleri İsviçre takımını rövanşta 5-0 yenip elediklerinde sokak ortasında hüngür hüngür ağladığına tanık olduydum.

12 Eylül’de önce Selimiye Kışlası’ndaki eski at ahırlarında, sonra Davutpaşa Kışlası’nda ve sonra da Metris Askeri Cezaevi’nde birlikteyiz. 20 kişilik yatağın olduğu koğuşta 32 kişi kalıyoruz. Dolayısıyla Muhittin, Orhan Dilber ve ben iki kişilik yerde üçümüz yatıyoruz. Ama uyumak ne mümkün, Muhittin öyle horluyor ki. Bütün koğuş kulak tıkaçlarıyla uyuyabiliyoruz. 28 günlük açlık grevi sonrası hepimiz hemoroid olduk. Muhittin diyor ki, “Sanki biri eline çekiç almış şeyimize çivi çakıyor.”

Daha önce Troçkizm içi bir dizi bölünmenin ardından 12 Eylül’ün arifesinde İşçi Cephesi dergisini çıkartıyoruz. Programı Muhittin’le birlikte kaleme alıyoruz. Yazıişleri sorumlusu rahmetli Ahmet Doğançayır. Derginin mizanpajını İstanbul’da yaptırıyoruz -o günün teknolojisiyle 15 gün sürüyor- Cağaloğlu’nda rahmetli Rıfat’la (Ucur) birlikte. Ama İstanbul’da bastıramıyoruz çünkü gene sıkıyönetim ilan edilmiş. Ver elini henüz sıkıyönetim ilan edilmemiş olan İzmir. Moruğun (Hakkı) önayak oluşuyla bastırıyoruz. 10 bin adet. Finansör İbo (Şara). Bütün işyerlerine postalıyoruz. 12 Eylül kapımızda, “Darbeci subaylar tutuklansın!” ve “DİSK ile Türk-İş olası darbeye karşı genel grevde birleşmeli” çağrısı yapıyoruz.

Cezaevi yılları acı ama keyifli gene de, çünkü içeride mücadele var. Diyarbekir cezaevindeki olayları -26 kişi öldü- protesto için bir haftalık açlık grevi yapıyoruz. Açlık grevimize sadece Rızgari, Kawa ve TKP (İşçinin Sesi) katılıyor. Diğer siyasetler yorgun!

Çıkınca önce 1988’de Sınıf Bilinci’ni yayımlıyoruz. İlk yazarları Sungur Savran, Muhittin, ben, Rıza Tura, Nail Satlıgan, Gülnur Savran, Sami Sarı, Dario Navaro… Arada Ergun Aydınoğlu, Demir Küçükaydın, Abdürrahim Gümüştekin, Ersen Olgaç ve Selçuk Eralp de yazıyorlar. 1990-91’de birlikte çıkarttığımız PGBS son politik birlikteliğimiz oluyor Muhittin’le.

2020’de henüz aşı yokken ağır bir Covid geçirdim. İstanbul’dan uzaklaşmak zorunda kaldım. Arada hep telefonla görüşüp en yakın zamanda yüz yüze görüşme temennisinde bulunuyorduk karşılıklı. Yakın bir zaman önce beni arayıp, “Hadi gel sana Kuzguncuk’ta bir içki ısmarlayayım,” demişti. “Tabii, olur,” dediydim. Olmadı, olamadı kadim dostum! Özleyeceğim!

Yorumlar kapalıdır.