Türkiye entelijansiyasının Filistin sorunundaki düşünsel sefaleti

7 Ekim günü gazeteci Fatih Altaylı, İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Rami Hatan ile 11 dakikalık bir röportaj gerçekleştirdi. Altaylı 11 dakika boyunca, Hamas’ın sivillere yönelik saldırılarını üzerine basa basa eleştirirken, bu 11 dakika boyunca Hatan’a İsrail güvenlik güçlerinin ve faşist yerleşimcilerinin sivillere dönük işlediği katliamlarla ilgili hiçbir soru sormadı; Altaylı Hatan’a İsrail ordusunun tarihsel ve güncel birçok savaş suçunu kınayıp kınamadığını sormadı; Altaylı Hatan’a İsrail hukukunun barbarlık anlamına gelen ırkçı uygulamaları ve bir soykırıma doğru ilerleyen Gazze Ablukası’na dair hiçbir soru sormadı.

9 Ekim günü gazeteci Nevşin Mengü ise, kendi Youtube kanalında yaptığı yayın sırasında, şu sözleri sarf etti ve Filistin halkının varlığını doğrudan doğruya inkar etti:

“Bakın, bunu kimse söylemez ama Filistin meselesinin temelinde şu gerçek vardır:  Filistinlilik diye bir olgu oluşa gelmedi. Yoktur yani Filistinlilik diye bir şey. Bir milli bilinç, bir milli şuur… Bir Filistinlilik meselesi yoktur.”

Oğuzhan Uğur’un Mevzular Açık Mikrofon programına katılan jeolog Celal Şengör ise, 1948’e dek Filistinlilerin “toprak satıp satmadığının” sorulması üzerine “Büyük ölçüde toprak satılmıştır. Satılmadı diyen zır cahillerdir.” yanıtını verirken, aynı programda bulunan tarihçi İlber Ortaylı da “Eskiden Filistinli demek arazi satıp yaşayan insan demekti. İki harp arası Filistinli tipi arazi satar, sattıkça Beyrut’ta yer, harcardı.” yorumunda bulundu. Böylece alanlarının önde gelen iki ismi olan Şengör ile Ortaylı, 20. yüzyılın ilk yarısındaki Filistinli toprak sahiplerinin rant üzerinden servet kazanma girişimlerinin (o da oldukça kısmî ve sınırlı), bugün Filistin halkının mahkum edildiği soykırımın mazereti olarak kullanılması yönündeki alçak girişime, hiçbir muhalefet sergilemediler.

Bir süre önce Türkiye’de tutsak olan, daha sonra Merkel ile Erdoğan arasındaki özel bir anlaşmayla serbest bırakılan gazeteci Deniz Yücel ise sosyal medya platformu X’ten “ İsrail’e, devletine ve insanlarına yaşam hakkı tanımayan” çizgiyi ve Türkiye İşçi Partisi’nin konuya ilişkin açıklamasında “75 yıllık siyonist işgalden” söz edilmesini eleştirdi. Yücel’in pozisyonu, herhangi bir Siyonist ırkçının ideolojik dünyasının sınırlarını aşmıyor: Yücel de İsrail Nazizmi’nin, Filistin halkını soykırımdan geçirmesinin bir taraftarı.

Bu örnekler çoğaltılabilir ancak gerek yok. Önemli olan şudur: Türkiye’de kendi alanlarında öne çıkmış birçok aydın, entelektüel, bilim insanı ve gazeteci, 20. yüzyıldan 21. yüzyıla miras kalmış olan tek Nazi devletinin ve bu devletin uyguladığı sistematik ırkçı ve işgalci politikaların karşısında, en sıradan ve basit siyasal dayanışma refleksini dahi gösterememiştir.

İsrail’in soykırımcı katliamlarının arkasında hizaya giren her entelektüel, aslında kendi uzmanlık alanına, mesleğine ve disiplinine ihanet ediyor. Mesela İlber Ortaylı, Filistinlilerin topraklarının işgal edilmesini haklı göstermek için kullanılan ırkçı bir tarih yalanının ve tarihin Siyonist revizyonizminin arkasında durarak, 21. yüzyılın en büyük tarihsel tahrifat ekollerinden birisinin katılımcısı ve destekçisi halini aldı. Ortaylı, kendi duruşuyla Siyonist tarihsel falsifikasyon ekolü arasına hiçbir sınır çizmedi; tarihin, bir bilim dalı olarak, ırkçı ve işgalci hedefler uğruna çarpıtılması ve kullanılması karşısında hiçbir itiraz geliştirmedi.

Benze şekilde Şengör de, insanlığın mevcut sorunlarından kurtuluşunun adresi olarak gösterdiği bilimin, İsrail devleti tarafından insanlığın bir kısmının yok edilmesi ve ayrımcılığa uğraması için kullanılmasına herhangi bir şekilde ses çıkarmadı. Çok yüksek ihtimalle Şengör, Tel Aviv’in, devletin resmî şeriatçı görüşlerini, yani “vaat edilen kutsal topraklar” zırvasını (!) meşrulaştırmak ve tarihi revize etmek için jeolojik ve arkeolojik bulguları nasıl çarpıttığını yakından biliyor. İsrail devleti, son 2000 senedir üzerinde yaşamadığı toprakları işgal altında tutmasını meşrulaştırmak uğruna, arkeolojik ve jeolojik bulguları, müzelerinde “İsrail Dönemi”, “İbrani Dönem” gibi suni ve yanlış tarihsel çağlar başlığı altında tanıtıyor. Şengör, kendi alanında böylesine bir entelektüel şarlatanlığın Filistinli Arapların öldürülmesini meşrulaştırmak için kullanılması karşısında rahatsızlık hissetmiyor.

Siyonizme karşı asgari düzeyde dahi olsa siyasal bir itiraz geliştiremeyen entelektüellerin bu durumu, söz konusu olan gazeteciler ve gazetecilik olunca, daha da ağırlaşıyor.

İsrail’in Nazi medyası ve Batı emperyalizminin kara propaganda makineleri, 7 Ekim günü Filistin Direnişi’nin haklı saldırısı başladığından bu yana, sayısız yalan üretti. Bu sistematik yalan üretimi öyle bir noktaya ulaştı ki, ABD başkanı Biden’ın ağzından dahi yankılandı. Bu yalanların neler olduklarını burada tekrarlayarak, Gazete Nisan’ı Siyonizmin kirli, çarpık ve yoz iddialarının daha da yayıldığı bir basın organına dönüştürmeye gerek yok.

Türkiye rejimine “muhalif” gazeteciler olarak (dolayısıyla da Beştepe’nin güdümündeki medyaya karşı “doğru haber” ve “özgür basın” ilkelerini temsil ettikleri iddiasında olan) Altaylı, Mengü ve Yücel, İsrail Nazizmi ile Batı emperyalizminin kurguladığı, hiçbir kaynağa dayanmayan ve sahadaki aktarımlar ve kurumlar tarafından defalarca çürütülmüş olan bu yalanlar hakkında hiçbir eleştirel tutum almadı. Bu yalanların yalan olduklarını gündeme dahi getirmediler.

Ancak dahası da var.

Bu gazeteciler, hepsi de büyük bir şevkle Filistinlilerin “terörizmini” liberal hezeyanlarla yererken, neden 7 Ekim ile 10 Ekim tarihleri arasında, İsrail’in Gazze’yi havadan korkakça bombalamasının neticesinde 6 Filistinli gazetecinin soğukkanlılıkla katledilmesini bir kere dahi protesto etmedi?

Bu isimler, 11 Mayıs 2022’de Al Jazeera muhabiriŞirin Ebu Akile’nin, İsrail Savunma Kuvvetleri ismini kullanan işgal güçleri tarafından kafasından vurularak infaz etmiş olması karşısında, neden Filistinlilerin “terör eylemleri” karşısında hissettiklerine benzer tiksinti duyguları hissetmemektedir?

Türkiye’nin beyin takımının bir kısmı, 21. yüzyılın en ciddi ve örgütlü ırkçı suçları ile bu ırkçı suçlara maruz kalanların meşru müdafaa kapsamındaki fiziksel cevaplarını aynı siyasal kategorinin içinde değerlendirmeyi, demokratik ilkelere bağlılık olarak görebilir. Ancak bu yalnızca onların demokratik ilkelerden hiçbir şey anlamadıklarını gösterir. Soykırım, abluka, savaş suçları, etnik temizlik ve ırkçı yasalar demokratik haklar kapsamında değildir; soykırıma, ablukaya, savaş suçlarına, etnik temizliğe ve ırkçı yasalara karşı bütün araçlarla mücadele etmek demokratik haklar kapsamındadır. Politikada bu basit ayrımın ayırdına varmayan ve bu meşru ayrımı gözardı ederek ezen ile ezilenin eylemlerini birbirlerine eşitleyen bir kafa emekçisinin veya aydının, insanlığın diğer kültürel ve entelektüel birikim alanlarından herhangi birisine niteliksel bir katkı sunabilmesi bir hayli zordur. Çünkü o zaten, bütün bu kültürel ve entelektüel birikimi belirleyen biricik bilimde, politikada sınıfta kalmıştır.

Yorumlar kapalıdır.