Demokrasiyi yalnızca işçi sınıfı ve işçi örgütleri koruyabilir

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay milletvekili Can Atalay’ın serbest bırakılmaması hakkında Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) verdiği ihlal kararını tanımadığını açıklarken, AYM üyeleri hakkında da suç duyurusunda bulundu. Yargıtay 3. Ceza Dairesi yaptığı açıklamada AYM’nin “kararlarında anayasal veya yasal bir yetkisi olmamasına karşın hiçbir organ tarafından denetlenmemenin vermiş olduğu rahatlıkla, içtihat yoluyla anayasal yetkisini sürekli artırdığı ve bunu kötüye kullandığını” iddia etti. Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Türk Ceza Kanunu (TCK) maddelerinin bir kısmının anayasanın 14. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, açıklamasında şu satırlara yer verdi: “Aksi halde Türkiye Cumhuriyeti’nin devleti ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne kasteden, pek çok kanlı terör eylemi ile irtibatlandırılan ve haklarında yukarıda sayılan mutlak terör suçlarından soruşturma veya kovuşturma bulunup, henüz yakalanamayan ve kırmızı bültenle aranan Fethullah Gülen, Adil Öksüz, Ekrem Dumanlı, Cemil Bayık, Murat Karayılan, Duran Kalkan ve bunlar gibi şüpheli ya da sanıkların, milletvekili seçilmelerinin, yemin ederek göreve başlamalarının ve TBMM’ye girmelerinin önü açılır ki bu durumun hukuken isabetli olduğunu savunmanın izahı kabil olduğunu söylemek mümkün değil.”

TİP milletvekili Can Atalay’ın serbest bırakılmaması için Saray rejimi, anayasayı iki kere çiğnedi

Anayasa uyarınca, 14 Mayıs 2023 meclis seçimlerinde Can Atalay’ın Hatay milletvekili olarak seçilmiş olduğu kesinleştiğinde, serbest bırakılması gerekiyordu. Can Atalay’ın serbest bırakılması için, kendisi artık yasama organına seçilmiş olduğunda dolayı, herhangi bir başvuruya veya mahkemeye dahi gerek yoktu. Bu süreç yürütülmedi ve Saray rejimi anayasayı çiğnemiş oldu.

Ardından yerel mahkeme ile Yargıtay, anayasayı fiilen ihlal eden bu sürecin yürütücü organları olarak işlev gördüler. Konu AYM tarafından ele alındı ve AYM, Can Atalay’ın haklarının ihlal edildiğine ve derhal serbest bırakılmasına hükmetti. Anayasanın 153. maddesi şöyle der: “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.”

Bu nedenle İşçi Demokrasisi Partisi (İDP) olarak 25 Ekim 2023’te yayımladığımız açıklamamızın başlığı şu ifadelere yer veriyordu: “Can Atalay bugün serbest bırakılmalı! Can Atalay’a özgürlük!”

Ancak Yargıtay 3. Ceza Dairesi, 8 Kasım 2023 akşamı yayımladığı açıklamayla, anayasanın ikinci kez ihlal edilmesini tercih etmiş oldu.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi üyeleri, işledikleri suç kapsamında yargılanmalıdır

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, anayasanın 153. maddesinde belirtilen yargı organlarından birisidir. Dolayısıyla söz konusu dairenin üyeleri, AYM kararına hukuken katılsalar da katılmasalar da, AYM’nin kararına anayasa uyarınca bağlıdır.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin AYM’nin kararına uyulmaması çağrısı yapmış olması, aslında fiilen anayasanın 153. maddesinin yürürlükten kaldırılmasına yapılmış olan bir çağrıdır. Anayasa maddelerinin değiştirilmesi veya yürürlükten kaldırılması ise Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) yetki alanındadır.

Bu nedenle Türkiye Barolar Birliği (TBB), 8 Kasım 2023 akşamı yayımladığı bildiride, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin açıklamasının “anayasal düzeni değiştirme teşebbüsü” ve “darbe” olduğunu duyurdu ve bu dairenin üyelerine “‘görevden el çekmeye davet’ yaptırımının uygulanması için Yargıtay Yüksek Disiplin Kurulu’na” gerekli başvuruların yapılacağını açıkladı.

İDP olarak TBB’nin ve TBB’nin barolarının toplantılarında aldığı suç duyurusu ve eylem planı kararlarını ve hukuki müracaatlarını destekliyor; bu kararlar ile müracaatların demokratik protestolar ile desteklenmesi gerektiğini ifade ediyor ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi üyelerinin derhal yargılanmaları gerektiğini söylüyoruz.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin gerekçeleri bir demagojidir ve Can Atalay’ı ve Türkiye İşçi Partisi’ni kriminalize etmeye yöneliktir

Yargıtay 3. Ceza Dairesi yayımladığı açıklamada, TİP milletvekili Can Atalay’ın anayasaya aykırı bir şekilde serbest bırakılmaması kararını Fethullah Gülen, Adil Öksüz, Ekrem Dumanlı, Cemil Bayık, Murat Karayılan, Duran Kalkan gibi figürlerin milletvekili seçilmeleri durumunda TBMM’ye girmelerinin “önünün açılacağını” ifade ederek meşrulaştırmaya çalışmıştır.

Bu gerekçe bir komedidir ancak bir komedi olmasının da ötesinde Türkiye İşçi Partisi ile onun milletvekili Can Atalay’ı, Saray rejimi tarafından terörist olarak kabul edilen yapılar ve kişiler ile bir tutarak, kriminalize etmeyi hedeflemektedir.

İDP olarak Türkiye İşçi Partisi ile onun milletvekili Can Atalay’ın bu şekilde hedef gösterilmesine ve kriminalize edilmesine karşı çıkıyoruz ve Atalay’ın milletvekilliğini icra etmesinin, tartışmaya açılamayacak olan bir demokratik hak olduğunu bir kere daha kaydediyoruz.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin gerekçeleri aynı zamanda bir demagojidir zira kişilere seçme ve seçilme yeterliliği verilmesi Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) sorumluluğundadır. Can Atalay bu yeterliliği YSK’dan almıştır. Olur da bir yasama organı seçimine milletvekili adayları olarak katılmaya karar verirlerse, Fethullah Gülen, Adil Öksüz ve diğer ismi geçen kişilerin bu yeterliliği alıp alamayacakları Yargıtay ya da AYM’nin değil, YSK’nın karar vermesi gereken bir konu olacaktır.

Bu bağlamda Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin açıklaması, aynı zamanda seçme ve seçilme hakkına yönelik bir saldırıdır. Söz konusu dairenin de atıfta bulunduğu TCK’nın 53. maddesine göre, kısıtlılığı olmayan her birey seçime girme, seçilme ve seçme hakkına sahiptir.

Bu nedenle İDP olarak, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin yayımladığı açıklamanın, rejimin keyfî olarak dilediği bireyi “terörle” ilişkilendirerek onun seçme ve seçilme hakkını ihlal etmesine kapı aralayacağını, bunun antidemokratik ve baskıcı bir gözdağı olduğunu vurguluyoruz ve bu gözdağı politikasına karşı yasalarla belirlenmiş seçme ve seçilme hakkının sınırsız ve engelsiz bir şekilde kullanılabilmesini savunduğumuzu ifade ediyoruz.

Anayasayı, burjuva demokrasisini ve AYM’yi rejimden ve sağdan gelen tehditlere karşı korumak için seferber olmayı öneriyoruz

Türkiye Cumhuriyeti’nin, son halini 16 Nisan 2017 referandumunda alan anayasası antidemokratik, işçi ve emekçi düşmanı bir niteliğe sahiptir. Bu anayasa asker-polis rejimini ihya etmekte, özgürlükleri kısıtlamakta, ekonomiden siyasete kadar her alanda Türkiye egemen sınıflarının çıkarlarının savunuculuğunu yapmakta ve bu bağlamda işçi sınıfına ve ezilenlere karşı bir baskı, sansür ve denetim aracı olarak kullanılmaktadır.

Kapitalist Türkiye demokrasisi ise, bütün eksiklikleri ve yetersizlikleri ile can çekişmektedir. Yürütme neredeyse tamamen Cumhurbaşkanlığı’nın elinde toplanmış, bu da bir yürütme erki diktatörlüğüne varan duruma yol açmıştır. Türkiye burjuva demokrasisi bu süreci durduramamış, aksine kararsızlığı, eylemsizliği ve basiretsizliği ile bu süreci hazırlamış ve hızlandırmıştır. Bu sözde demokrasi işçileri, kadınları ve Kürt halkını dışlamak üzerine kurulmuştur.

AYM ise hiçbir şekilde özgürlüklerin savunucusu değildir. Bu kurum verdiği birçok kararla teyit olduğu üzere daha çok, devletin içinde ve dışında çeşitli rejim fraksiyonlarının vermekte olduğu mücadelelerin bir denge mekanizması olarak çalışmakta ve toplumsal sınıflar karşısında bir “hakem” rolü üstlenmeye çabalamaktadır. AYM, 2014’te Cumhurbaşkanı partili kimliğini korurken harekete geçmemiştir. AYM 2016’da OHAL kapsamında hayata geçirilen düzenlemeler ve Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) karşısında harekete geçmemiştir.

Son olarak AYM, kendisi hakkında suç duyurusunda bulunulan 8 Kasım günü toplanmış ve Ekim 2022’de Türk Ceza Yasası’na eklenen 217/A maddesini (“halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma”), yani gazeteci sendikalarının deyimiyle sansür yasasını görüşmeye almış ve bu antidemokratik yasanın iptal istemini oy çokluğu ile reddetmiştir.

Daha da önemlisi AYM, Can Atalay’ın haklarının ihlal edildiği kararını da oy çokluğuyla almıştır. Hâlbuki içtihat olduğu gibi uygulansaydı, bu kararın oy birliği ile çıkması gerekirdi. Bunun anlamı şudur: AYM içinde Can Atalay’ın serbest bırakılmamasını, yani anayasanın çiğnenmesini ve demokratik hakların ilga edilmesini savunan üyeler mevcuttur.

Ancak bunların hiçbirisi İDP’nin, anayasayı, burjuva demokrasisini ve AYM’yi rejimden gelen antidemokratik ve despotik saldırılar karşısında korumayacağı anlamını taşımaz. Bütün zayıflıklarına ve yetersizliklerine karşın anayasal haklar ile özgürlükleri ve AYM kararını, Saray rejiminin saldırıları karşısında savunuyoruz; işçi sınıfı ile emek örgütlerini bu çerçevede seferber olmaya ve Saray rejiminin zayıf diktatörlüğünü sağlamlaştırmaya yönelik olan bu adımlarının karşısında durmaya davet ediyoruz. Bugün var olan cılız demokratik haklar ile özgürlüklerin, işçi sınıfının ve emekçilerin mücadeleleri sonucunda kazanılmış olduğunu hatırlatıyor ve bu demokratik haklar ile özgürlüklerin savunulması ve genişletilmesi için, saldırılara karşı birlikte mücadele etme çağrısı yapıyoruz. Ancak bu birlik çağrımızın, patronlar ve düzen muhalefeti ile kalıcı siyasal bloklar oluşturulması anlamına gelmediğini ısrarla vurguluyoruz. İşçi sınıfının politik ve örgütsel bağımsızlığının korunduğu, demokratik hakların savunulmasına odaklanan bir eylem birliği öneriyoruz.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin kararı, başkanlık rejiminin inşa edilmesi sürecinin bir parçasıdır ve yeni anayasa tartışmaları çerçevesinde ele alınmalıdır

Mayıs 2021’de, Cumhur İttifakı’nın ortaklarından olan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), yeni bir anayasa taslağı yayımladı. Bu taslağa göre Anayasa Mahkemesi’nin Yüce Divan yetkisi elinden alınarak yetkileri önemli ölçüde kısılıyor ve Yüce Divan yetkisinin, henüz rejime ne gibi organik ve kurumsal ilişkiler ile bağlanacağı açık olmayan bir özel mahkemeye verilmesi öngörülüyor. Yine bu taslağa göre bakanlar ile bakan yardımcılarının milletvekili olmasının önü açılıyor – böylece yürütme erkinin temsilcilerinin doğrudan doğruya yasamada rol üstlenmesi hedefleniyor. Düzen muhalefetinin, Saray koalisyonunun meclise getirdiği yasa önerilerine dönük engelleyici uygulamalarına son veriliyor (ki Saray’dan gelen yasa önerilerinin durdurulması 16 Nisan’ın getirdiği sistem uyarınca zaten oldukça zor). Sosyal medya özgürlüğü, dolayısıyla basın ve propaganda özgürlüğü önemli ölçüde kısıtlanıyor. Sözde “tarafsızlık” görevi Cumhurbaşkanı’na (bugünkü sistem altında başkan) değil, meclis başkanına veriliyor. Milletvekillerinin, bugün zaten fiili olarak hiçbir koruyucu anlamı kalmamış olan dokunulmazlıkları hukuki olarak da kaldırılıyor. Türkiye Diyanet Kurumu kuruluyor ve Hâkimler ve Savcılar Kurulu yerine Yargı Yüksek Kurulu oluşturuluyor.

Saray rejiminin anayasanın çiğnenmesini destekleyici bir tavır alması, onun, 16 Nisan 2017 referandumunda ortaya çıkan başkanlık rejiminin hukuki çerçevesinden dahi memnun olmadığını; başkanlık rejiminin inşasını, daha da antidemokratik ve baskıcı önlemleri kalıcılaştırarak ve yasallaştırarak sürdürmeye çalıştığını ve bunu, yeni bir işçi düşmanı, despotik anayasa teklifi üzerinden hayata geçirmeye çalışacağını gösteriyor.

Başkanlık rejimi mevcut biçimiyle sürdürülebilir gözükmüyor; ancak bu sürdürülemezlik otomatik olarak bir demokratik reformlar silsilesini veya sistem içi liberal araçlarla eski yarı-parlementer sistemin kendisini değil, başkanlık rejiminin, bütün demokratik mevzilerin saldırı altında olacağı bir projeyle çok daha katı bir biçimde inşa edilmesini gündeme taşıyor. MHP’nin bir devlet fraksiyonu-bürokratlar örgütü olarak buradaki rolü, yeni rejimin en sağcı mantıksal sonuçlarına vardırılarak inşa edilmesi. Vurgulamak gerekir ki, MHP’nin üstlenmiş olduğu bu rolün başarıya ulaşacağını gösteren hiçbir nesnel yasa yoktur. MHP’nin yönelimi planlı değildir ancak olayların karşısında rejimin sağ kanadı olarak mevcut despotik rejimin daha da derinlemesine bir biçimde kurulmasını talep etmeye zorlanmaktadır. Zira bir parti olarak onun varlık nedeni budur: Türkiye egemen bloklarının, mümkün olan en diktatoryal rejim biçimi eşliğinde örgütlenmesi ve yönetmesi.

MHP, sahip olduğu oy oranıyla ters orantılı bir şekilde devlet aygıtı, rejim ve bürokraside büyük bir ağırlığa sahip ve bu bakımdan Türkiye burjuva siyasal yelpazesinde de biricik bir konumda. Bu biricikliği onun programatik olarak aslında faşist bir parti olmasından kaynaklanıyor çünkü oy oranı her ne kadar erise de, Türk kapitalizmi tarafından bu parti ile onun yetkilileri, kitlesel seferberlik ve devrimci kriz gibi ihtimallere karşı devlet ile rejimde, oy oranlarının çapının çok ötesinde olan pozisyonlara getiriliyorlar. Bu durumun tamamen antidemokratik doğası bir kenara, bu, MHP’nin kendisinin de giderek bir siyasal partiden çok, devlet ve bürokrasiyle iç içe geçmiş bir tümör olmasını beraberinde getiriyor. Düzen muhalefeti, bu tümörü bir ameliyatla vücuttan çıkarabilecek operatörlük yeteneklerine sahip değil.

Saray rejiminin antidemokratik saldırılarının ve bu saldırıların hukuki karşılığının yeni bir anayasa taslağında bir uygulama alanı bulması için çalışılmasının anlamı, Saray’ın işçilerin, kadınların, Kürt halkının ve diğer ezilen kesimlerin daha sıkı ve daha fazla sömürülmeleri ve ezilmeleri gerektiğine inandığını gösteriyor. Açık ki rejim, 16 Nisan referandumunda YSK’nın marifetiyle kabul ettirilen sözleşmenin, potansiyel mücadeleler, seferberlikler ve ayaklanmalar karşısında yeterli olacağı kanaatinde değil. Böylece işçi sınıfının gelecekte atılması muhtemel olan mücadelelerine karşı yeterli olacağı düşünülen öneriler tartışılmaya başlanıyor. Rejimden gelecek olan muhtemel yeni anayasa taslaklarının işçi hareketi açısından ciddi bir tehdit olmasının sebeplerinden biri de bu.

İDP olarak, Saray rejiminin yeni anayasa taslaklarına sadece karşı çıkarak sonuç alıcı bir mücadele verilebileceğine inanmıyoruz. Anayasanın değişimi bir tartışma başlığı olarak toplumun gündemindeyken, işçi sınıfının ve emekçilerin kendi ulusal alternatif önerilerini geliştirmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu bakımdan bütün demokratik hak ve özgürlüklerin sınırsız bir şekilde kullanılmasının öngörüldüğü, özellikle de işçi sınıfının örgütlenme, sendikalaşma ve greve çıkma haklarının hiçbir engel ve şart aranmaksızın korunduğu yeni bir anayasanın hazırlanması göreviyle bağımsız ve egemen bir Kurucu Meclis’in toplanması için seferber olma çağrısı yapıyoruz.

Sendikaların, meslek odalarının ve bütün emek örgütlerinin anayasayı ve siyasal demokrasiyi savunmak için eylem birliği yapması ve bir mücadele planı hazırlaması yönündeki çağrımızı bir kere daha hatırlatıyoruz.

İşçi Demokrasisi Partisi

11 Kasım 2023

Yorumlar kapalıdır.