Filistin’de neden tek devletli çözümü savunuyoruz?

7 Ekim’de Filistin Direniş güçlerinin ortak bir şekilde başlattığı El Aksa Tufanı operasyonu, Filistin-İsrail çatışmasının dünyanın gündemine oturmasını sağladı. Özellikle son yıllarda Arap rejimlerinin İsrail’le diplomatik ilişkilerini ilerlettiği ve İbrahim Anlaşmaları adı verilen normalleşme sürecine girildiği bir dönem Filistin direnişinin müdahalesiyle duraklamış oldu. Devletler arasındaki gelişmelerin yanında El Aksa Tufanı, sorunun kökenlerine ve çözümün nerede aranması gerektiğine ilişkin tartışmanın önemini tekrar hatırlattı. Biz de bu bağlamda neden Filistin’in yanında saf tuttuğumuzu, direnişe koşulsuz destek verdiğimizi, nehirden denize özgür bir Filistin devletinin kurulmasını ve Siyonist İsrail’in yıkılmasını savunduğumuzu anlatmaya çalışacağız.

Öncelikle Filistin ve İsrail arasında on yıllardan beri sürmekte olan çatışmaları iki eşit gücün arasında cereyan eden bir çatışma olarak ele almak bizce doğru değil. Burada eşit olmadığını söyleyerek kast ettiğimiz husus güçler arasındaki dengesizlik değil. Kastımız, bir tarafın ırkçı bir proje dahilinde ve paramiliter çeteler tarafından kurulan bir koloni olması; diğer tarafın yani Filistin’inin ise toprakları kan ve ateşle çalınan bir halk olmasıdır. Bu noktada Filistin’de 1948 öncesinde hiç mi Yahudi nüfusun olup olmadığı sorusu akıllara gelebilir. Elbette Siyonist koloni projesi dahilinde bölgeye gelen yerleşimci nüfusundan önce de Yahudi nüfus mevcuttu. Fakat bölgede büyük çoğunluğu Filistinli Arapların oluşturduğu çok çeşitli bir etnik yapı söz konusuydu. Örneğin Ermeni soykırımından kurtulan Ermeniler Filistin’de mahalleler kurmuştu. Sorunun kökeni farklı etnik veya dinsel toplulukların arasındaki çatışmada aranamaz, sorunun kökeni işgalciler ve işgal edilenler arasında cereyan etmektedir. Dolayısıyla tarihte her zaman ezilenlerin yanında saf tutmayı görev bilen devrimci Marksizme göre emperyalizmin desteğini arkasına alan işgalciler işgal ettikleri Filistin’den sökülüp atılmalıdır. Ayrıca akımımızın veya başkaca akımların savunup savunmamasından bağımsız olarak da milyonlarca Filistinli mülteci, hem mülteci kamplarında hem de çeşitli ülkelerdeki diasporada topraklarına dönmeyi beklemekte ve bunun için mücadele etmektedir.

Bu politikamıza karşı temelde iki başlıkta özetlenebilecek eleştiriler geliyor. İlki ve en çok karşımıza çıkanı “iki devletli çözümün” neden mümkün olmadığı üzerinden şekilleniyor. Bu eleştiriye yukarıda cevap verdiğimizi düşünüyoruz. İki halktan değil kolonicilerden ve toprakları işgal edilen bir halktan söz ediyoruz. Dolayısıyla işgalci hiçbir gücün kendini savunma hakkı söz konusu olamaz. İki devlet formülüyle “barışçıl birlikteliğin” bir hayal olduğunu ve bunun Filistin halkına hiçbir çıkış ve gelecek sağlamayacağını savunuyoruz. Bölgede barış ancak ve ancak laik, demokratik ve ırkçı olmayan tek bir Filistin devleti aracılığıyla sağlanabilir. Bu noktada soykırımcı ve korsan devletin karakterini irdelemek faydalı olacaktır. İsrail hukuku tamamıyla ırkçı bir temel üzerine bina edilmiş sistematik ve kurumsal bir apartheid rejimidir. 48 Arapları olarak bilinen ve İsrail nüfusunun yaklaşık yüzde 20’sini oluşturan Arapların en temel vatandaşlık haklarından mahrum olduğu açıktır. 48 Araplarının mülkiyet edinme, seyahat ve hatta Batı Şerialı biriyle evlenme hakkı gibi birçok temel hakkı ya kısıtlı ya da tamamen yasaklanmış durumdadır. Bunun karşısında herhangi bir ülkeden bir Yahudi hiçbir gerekçeye ihtiyaç olmaksızın istediği anda İsrail vatandaşlığını alabilir ve İsrail işgal güçlerinin çaldığı bir Filistinlinin evine yerleşebilir. Biz herhangi bir coğrafyada bir apartheid rejiminin var olma hakkının olmadığını düşünüyoruz, bu sebeple de İsrail’in de var olma hakkına esastan karşıyız ve onu korsan devlet olarak nitelendiriyoruz.

Tek devletli çözüm önerisine karşı geliştirilen ikinci eleştiri ise yalnızca Filistin’in kurulacağı bir denklemin oldukça güç olduğu ve hiç değilse İsrail’in de var olacağı ama en azından Filistin’in de tanınacağı senaryonun daha gerçekçi olduğu yönündedir. Biz bu önermenin de tamamen yanlış olduğunu düşünüyoruz. İddia edilenin aksine İsrail iki devletli çözümü savunmamaktadır. İki devletli çözümün en çok gündeme geldiği 1993’teki Oslo görüşmelerinden bu yana işgal düzenli bir şekilde genişliyor. Netanyahu hükümeti El Aksa Tufanı operasyonundan önce bile Batı Şeria’daki yasadışı İsrail yerleşimlerini genişletmeyi, iki yıl içinde 100 bin, 10 yıl içinde ise yarım milyon yerleşimci daha eklemeyi planlıyordu. Sonuç olarak esas gerçekçi olmayan, iki devletli çözüm yalanıdır. Siyonist İsrail, özü itibarıyla sistematik katliamlar yoluyla genişleme hedefi olan bir soykırım ajandası ile hareket etmektedir. Dolayısıyla barışın tek yolu Filistin’in özgürlüğünden ve İsrail’in ırk ayrımcısı, Siyonist bir devlet yapısı olarak yok edilmesinden geçmektedir.

Yorumlar kapalıdır.