Rejim nereye gidiyor?

Roma’dan kaçan Havari Petrus’un, Appius yolunda dirilmiş İsa ile karşılaşınca, Roma’ya gitmekte olan önderine “Nereye gidiyorsun, efendim?” (Quo vadis, domine?) diye sorduğu, İsa’nın da ona yeniden çarmıha gerilmeye gittiğini söylediği yazar Yuhanna İncili’nde. Bu yüzden birinin şüpheli niyetini sorgulamak için “Nereye gidiyorsun?” diye sormak âdet olmuştur. Aynı soruyu bugün Türk tipi başkanlık rejimi için de sorabiliriz.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin (CD) AYM’nin Can Atalay’ın tutukluluğu hakkındaki ihlal kararını uygulamayı reddetmesi ve hatta AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunması, rejimin içinde bulunduğu krizin boyutunu gözler önüne seriyor. Daha önce yüksek yargı kararlarının yargı ve idare bürokrasisi tarafından uygulanmadığına birçok kez tanıklık ettik; ancak AYM’nin anayasal yetkisinin reddedilmesi ve suç işlediğinin iddia edilmesi, rejim güçlerinin kendi içindeki çatışmalarının yeni bir ifadesi olarak gün ışığına çıktı. Ortada rejimin sınırlarının tartışmaya açıldığı anayasal bir kriz mevcut.

Saray çevresi ile MHP, Yargıtay 3. CD’sinin kararına olan desteklerini açıkladılar; buna karşın, AKP içinde üst düzey isimler alenen kararı eleştirerek anayasal sınırların aşılmaması çağrısında bulundular. Rejimin kendi içinde bir bölünme söz konusu.

Kriz, rejimin doğasından kaynaklanıyor. Türk Bonapartizmi, burjuvazinin kâr oranlarını teminat almak amacıyla işçi-emekçilerin geriye kalan kazanımlarını yok etmek zorunda. Bunun yolu da her türlü toplumsal muhalefeti ezmekten geçiyor. Can Atalay, Osman Kavala ve diğerleri, Gezi isyanına rejimin verdiği yanıtın sonucunda hukuksuzca tutuklu bulunuyorlar. Sermaye yanlısı ajandasını hayata geçirmek isteyen rejim, Gezi gibi bir toplumsal isyana bir daha izin veremez. İçinde bulunduğu kriz nedeniyle güçsüzlüğü, yeni Gezi’lerden sağ çıkacağını şüpheli hale getiriyor. Tam da bu nedenle Bahçeli uzun süredir AYM’nin statüsünün değiştirilmesi gerektiğini söyleyerek aslında mahkemenin ilgasını talep ediyor. AYM’nin sorgulanması, her şeye muktedir bir rejimin güç gösterisi değil, tam tersine kriz içindeki bir rejimin sıkışmışlığını ifade ediyor.

Cumhurbaşkanının %50+1 yerine basit çoğunluk tarafından seçilmesi teklifi de bu çerçeveye oturuyor. Rejimin sürekliliği garanti altına alınmaya çalışılıyor ancak Cumhur İttifakı’nın diğer bileşenleri, bu öneriye açıktan karşı çıktılar. Özellikle Bahçeli’nin çıkışında, ortakların kendi aralarındaki güç dengelerinin de önemli bir payı var: Saray, MHP’ye olan bağımlılığını azaltmaya çalışıyor. Fakat bu tasarı, en nihayetinde işçi-emekçi düşmanı rejimi bir tahkim etme girişimidir.

Bize düşen görev, rejimden tam bir kopuş perspektifiyle, emekçilerin haklarını garanti altına alınacak yeni bir anayasa hazırlamak için barajsız ve yasaksız seçimler yoluyla bir Kurucu Meclis toplanmasını talep etmektir.

Yorumlar kapalıdır.