Kod 46 ile işten çıkarılan ODTÜ işçisi Serdal Delibal: “Yılların emeğinin lekelenmesine izin vermeyeceğim”

ODTÜ yemekhane işçisi Serdal Delibal, 20 yıllık emeğinin ardından, “Kod 46″ya tabi tutularak hırsızlık bahanesiyle işten çıkarıldı. Delibal ile işten çıkarılma sürecini ve işini geri alma mücadelesini konuştuk.

Öncelikle Gazete Nisan okurları için kendinizi tanıtır mısınız?

Adım Serdal Delibal, 41 yaşındayım. Daha önceleri yine ODTÜ’de kantinlerde çalışıyordum. 2004’ten şimdiki işten atılma sürecime kadar ise yemekhane personeli olarak çalıştım.

Bize işten atılma sürecinin nasıl başladığını anlatabilir misiniz?

Sabah işe geldiğimde karın ağrısı ve sancım vardı. Çalışmaya başladım, birkaç kez karın ağrısı yüzünden tuvalete gittim. Akşamcılar için hazırladığım malzemeleri dolaba koyacaktım ve çöpleri de çöpe atacaktım. Dolap tarafı kapalıydı, ben de sancılandım ve acilen tuvalete gitmem gerekti, birçok personel arkadaşım da gördü. Hatta “altına edeceksin” diye şakalaşanlar da oldu, aşçıbaşım da rahatsız olduğumu biliyordu. Tuvaletten geldikten sonra depocu arkadaş dolabı kilitleyeceğini söyleyince hemen işimin başına döndüm. Malzemeleri unuttum ama zaten yerine koyacaktım. Dolabın orada olan arkadaşlar da koyduğumu gördüler. İşi bitirmek için acele ederken bıçak kemikten kaçıp karnımı kesti. Kanamayı durdurmak için bolca peçete bastım. Elimde etin bezi vardı, ben de üzerine bastırıp tekrar lavaboya koştum. O esnada ise resmen kumpas kurulmuş gibi bir arkadaş müdürü aramış, onlar da daire başkanıyla güvenliği çağırmış. Dolaplar aranıyor diyerek herkesi çağırmışlar, yani tezgâhı kurmuşlar. Ben tuvaletteyken dolaplar aranıyor dediler. Her şey planlanmış; bana sorulmadan, sebeplerim dinlenmeden, şahitlere sorulmadan düzmece bir disiplin kuruluyla usulsüzce işimden atıldım. Mesai saatlerinde malzeme çıkarmakla suçlandım. Şahit varken sözde hırsızlık suçlamasıyla Kod 46 ile işsizlik maaşı ve tazminat hakkım gasp edilerek işten çıkarıldım.

İşten atılmanız için adeta bir kumpas kurulduğundan bahsediyorsunuz. Hem yemekhane hem rektörlük tarafından, yönetimin size karşı bu tavrını neye bağlıyorsunuz?

Biz önceleri yemekhanede taşeron olarak çalışıyorduk. Taşeron firma değişiyordu ama biz değişmiyorduk. O dönem zaten taşeron olduğumuz için baskı, mobbing altında uzun süreler çalıştık. Kadrolu olanlar ve taşeron olanlar arasında ayrım yapılıyordu. Sonrasında KHK ile kadrolu olarak işe başladık. Bu sefer de KHK’lı olanlar ve olmayanlar gibi ayrımlar yapılmaya başlandı. Son 1-1,5 senede daire başkanımız ve müdürümüz değişti. Son dönemlerde daha fazla sorumluluk almamızı istemeye başladılar. Biz ise uzun süredir personel, aşçı eksiği vb. dolayısıyla zaten fazla çalışmaktan yorgunduk. Yine de öğrencilerin mağdur olmasını istemediğimiz için işlere yetişmeye çalışıyorduk. İdare değiştikten sonra, çalışan arkadaşlarımı koruduğum zaman idare bana karşı cephe almaya başladı. Eksiklerimizi istediğimiz zaman gerginlik oluyordu. İstiyorlardı ki köle gibi çalışalım ve hiç sesimizi çıkarmayalım. Bu baskılar hâlâ devam ediyor.

Şu anda işyerimde beni savunan, “Serdal kesinlikle böyle bir şey yapmaz” diyen ve içlerinde benim için şahitlik yapacak personel arkadaşlarımı bir bahane uydurup başka bölümlere sürüyorlar ve diğer arkadaşlara da gözdağı veriyorlar, mobbing uyguluyorlar. Öte yandan öğrenci yanlısı tutumum da onları rahatsız ediyordu. Örneğin, bazen kütüphane önünde yemek dağıtıyordum, bu tür şeyler idarecilerin kulağına gidince “Sen niye bu öğrencilere bu kadar yardım ediyorsun? Yarın öbür gün bunlar seni ortada bırakır,” diyorlardı. Ama görüyoruz ki öyle değil; bugün okulun bileşenleri, özellikle öğrenciler bana çok destek oluyor. Bu kumpastan sonra kimsenin arkamda durmayacağını düşündüler ama öyle olmadı.

Kod 46 ile işten atıldınız. Bu aynı zamanda tüm ülkede işçilere karşı kullanılan bir silah haline gelmiş durumda. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Tabii. Kod 46 aslında işçi durduk yere işten atılamayacağı için hükümetin işverenlere ve patronlara sunduğu ve işçinin birçok hakkını gasp eden bir düzenleme. Daha önce Kod 29 adıyla duyuyorduk, pandemide patronlar tarafından çokça kullanılmıştı. İşyerindeki işleyişi dışarı aktarmak, hırsızlık, işyerinde düzensizlik çıkarmak, güveni kötüye kullanmak gibi sebepler kullanarak işçileri işten çıkarmak için uydurdukları bir bahane. Öyle ki eğer bundan dolayı işten atıldıysanız, sonradan herhangi bir iş başvurusunda bile sizi işe almamak için kullanılabiliyor. İşçi-emekçi için çok kötü bir durum. Herkesin şunu düşünmesini istiyorum: Aynı şey sizin ya da bir yakınınızın başına gelse ne hissederdiniz? Bugün bana, yarın başkasına. Umarım yakın zamanda bunun farkına varıp buna karşı birlikte bir mücadele verebiliriz.

Peki üyesi olduğunuz sendikanın (Tez-Koop-iş) bu süreçteki tutumu ne oldu?

Olayın olduğu gün ben sendikayla iletişime geçtim ve durumu anlattım. Bana verdikleri ilk cevap “Oradan bir şey çıkmaz,” oldu. Sonradan “Biz çok uğraştık, ettik,” dediler ama uğraşma böyle olmaz. Ben işten çıkarılırken imza bile vermişler. Sebebini sorduğumda “Çoğunluk imzaladığı için biz de mecbur kaldık, imzaladık,” dediler ama böyle bir mecburiyet falan yok. Ondan sonra da birkaç kez birlikte bir şeyler yapabilmek için aradım fakat beni sadece uzaktan yönlendirmekle yetindiler. Ama arkamda durmadıktan sonra bunların bir anlamı yok. Bana normalde avukat atamaları lazımdı ama onu bile yapmadılar. Şimdi ne arıyorlar ne de soruyorlar, açıkçası ben de istemiyorum. Beni zaten baştan yalnız bıraktılar.

Peki sendikalaşma süreciniz nasıl başlamıştı?

Biz daha önceleri Genel-İş’teydik. Buraya getirmek için de çok mücadeleler verdik taşeronken. Sonrasındaki mücadelemizde çokça kazanımlarımız da oldu. Kadro aldıktan sonra kod değişimlerinden dolayı bizi Türk-İş’e bağlı kurumlara, hükümet yanlısı sendikalara verdiler. Biz de sonrasında Tez-Koop-İş için burada çok mücadeleler verdik. Gerçekten o dönemde arkadaşlarımızın çoğu, başkanlarımız vs. bizden, ODTÜ’den kişilerdi, iyi mücadele ediyorlardı. Son zamanlarda öyle oldu ki şu an çoğu arkadaşımız mecburiyetten bu sendikada. Sendikada bizden olan, seçilerek gelen arkadaşlarımız istifa ediyor, onların yerine kendi adamları geliyor. Çalışanlar arasında da istifa oldukça yaygınlaştı, özellikle benim işten atılma sürecimden sonra da birçok arkadaş istifa etti.

Şu anda hem yasal zeminde hem de pratikte süreçten beklentileriniz neler? Ne yapmayı planlıyorsunuz?

Zaten en başta yasal süreci başlattık, devlet bir arabulucu atadı ama işe iadem kabul edilmedi. Şimdi usulsüzlükten dolayı işe iadem için dava açtık. Dava süreci 19 Ocak’ta başlayacak. Öyle şaka gibi bir durum ki denilene göre gizli şahit varmış, anlattığımız avukatlar bile gülüyor. Yahu bu bir terör davası mı? Öncelikle bu işleyişin düzelmesi lazım. Bunun yanında ODTÜ bileşenleri ve öğrenciler ile imza kampanyası olsun, basın açıklamaları olsun mücadelemizi devam ettiriyoruz. Medyada da mücadelemiz çokça ses getirdi. Bir yandan ODTÜ gibi mücadeleci geçmişiyle bilinen bir üniversitenin bu tür şeylerle gündeme gelmesi üzücü. Öğrencilere, personele, akademisyenlere kapılarını kapatmış bir üniversite haline geldik. Yine de her hâlükârda mücadelemize devam edeceğiz. Öğrencilerden, farklı üniversitelerden gelen destekleri görmemeleri, medyada ve kampüste yankılanan sesimizi duymamaları imkânsız.

Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Benim amacım öncelikle işimi geri almak ve adımı temize çıkarmak. Yılların emeğinin lekelenmesine izin vermek istemiyorum. Ama bu süreç bundan ibaret değil. Biz bu süreci kazanırsak öğrenci, işçi kazanmış olacak. Onlar benim kaybettiğimi zannediyorlar ama biz büyük bir sevgi ve umut ortaya çıkardık. Sırf bu umut için bile mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz.

Yorumlar kapalıdır.