Emekçilerin yönetmesi için…

Yerel seçimlerin ülke gündeminin temel başlığı olduğu bir mart ayı içerisindeyiz. Erdoğan yönetimindeki Cumhur İttifakı bütün devlet olanakları ve medya gücünü seferber ederek seçim kampanyasını başlattı. 2019’da kaybettikleri büyükşehirleri kazanmak ve seçmenden yeni bir güvenoyu alabilmek için devasa propaganda makinesi harekete geçmiş durumda.

Cumhur İttifakı parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aldığı galibiyetin avantajıyla seçimlere giriyor. Erdoğan’ın seçim kampanyası da “Eğer yerel seçimlerde bize oy vermezseniz o şehre hizmet gitmez” tehdidi üzerine kuruluyor. Bununla birlikte, Erdoğan ve müttefikleri mayıstaki seçim galibiyetlerinin bıçak sırtı bir zafer olduğunun fazlasıyla farkındalar. Cumhur İttifakı, seçmende herhangi bir umut ve heyecan yarattığı için değil, düzen muhalefetinin kitlelere güven vermeyen sinik politikası nedeniyle kazanabilmişti. Dahası, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere büyükşehirlerde muhalefetin oyları Cumhur İttifakı’ndan fazlaydı.

Cumhur İttifakı’nın alacağı bir seçim yenilgisi hem içerideki kırılganlıkları derinleştirme hem de toplumsal muhalefetin kazanacağı özgüvenle yeni bir seferberlik dalgasını tetikleme potansiyeline sahip. Seçimlerin ardından çok daha sert bir kemer sıkma politikasına hazırlanan Erdoğan yönetimi için ise bu, yalnızca sanrılı bir kâbus anlamına gelebilir. Bu gerçekten hareketle Saray rejimi bir yandan baskı, tehdit ve manipülasyonla, diğer taraftan birtakım ekonomik ve sosyal vaatle seçimleri kazanma telaşında.

Mayıs seçimlerinde aldığı yenilginin etkisinden hâlâ çıkamamış olan düzen muhalefeti ise, bir kez daha sönük ve etkisiz bir program ve kampanyayla seçimlere giriyor. Saray rejiminin çizdiği sınırlar içerisinde hareket etmeye özen gösteriyor. 21 yıllık AKP yönetiminin sorumlusu olduğu ekonomik yıkımı ve baskı politikalarını gündeme taşımaya isteksiz ve yetersiz bir tutum alıyor. CHP büyükşehirlerde yeni seçim zaferleri kazanacak olsa bile bunun temel nedeni kendi çabalarından öte kitlelerin AKP yönetiminden bıkkınlığı ve değişim isteği olacak.

İktidarı ve muhalefetiyle düzen siyaseti böylesine çürümüşken sol, sosyalist hareketin, DEM’in ve emek örgütlerinin bu durumdan yeterince faydalanabildiğini söylemek ise oldukça güç. Bir kez daha çoğunlukla kısa vadeli hesaplar uğruna uzun vadeli hedefler rafa kaldırılıyor, dar grup çıkarları birleşik ve devrimci bir seçeneğin yükseltilmesinin önüne geçiyor. Bu nedenle bu yerel seçimlere, kâğıt üzerinde de olsa ittifakların olduğu mayıs seçimlerinden daha geri bir noktada giriyoruz.

Bu tablonun arkasında mevcut baskı ve sömürü düzeninden kopuşu esas alan bir stratejiye hem programatik hem de iradi anlamda duyulan yaygın inançsızlık yatıyor. Oysa kapitalizmden kopuş ve emeğin iktidarı meselesi belirsiz bir geleceğe havale edilecek bir ihtimal olmaktan ziyade, bugünün acil ve vazgeçilmez bir görevi olarak kavranmak zorunda. Bu ise, bugünden inşa edilmesi gereken kopuşçu ve birlikçi bir emek ittifakını hayati kılıyor.

Amacımız karamsar bir tablo çizmek değil şüphesiz. Aksine, böylesi bir emek ittifakının inşası için hiç olmadığı kadar elverişli koşullarda olduğumuza inanıyoruz. Başta TİP’in adayları olmak üzere sosyalist, emekçiden, Kürt halkından ve ezilenlerden yana adayları destekleyerek soldaki yeniden kümelenmenin içerisinde yer alıyoruz. İstanbul ve Manisa’da TİP listelerinden gösterdiğimiz adaylarla “Emekçiler Yönetmeli” şiarını yaygınlaştırmaya devam ediyoruz.

İDP olarak, emekçilerin yönetmesi için “koşulların yalnızca olgunlaşmakla kalmayıp aynı zamanda çürümeye yüz tuttuğu” tespitinde ısrar ediyoruz. Yerel yönetimler de dahil olmak üzere emekçilerin toplumsal ve siyasal yaşamın tüm alanlarını denetlemesi ve yönetmesi gerektiğine inanıyoruz. Yerel seçimler sırasında ve sonrasında, emekçilerin yönetmesinin bir hayal değil güncel bir zorunluluk olduğu anlayışını büyütmeye devam edeceğiz.

Yorumlar kapalıdır.