Boğaziçi Üniversitesi’nde 12. Emek Haftası düzenlendi

Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Bilimler Kulübü’nün düzenlediği Emek Haftası etkinliği, 3 yıllık bir aranın ardından 16-17 Mayıs tarihlerinde emeğin gündemini yeniden kampüslere taşıdı. İlki 2008 yılında, Tuzla’daki iş cinayetlerine yönelik olarak öğrencilerin sesini duyurma maksadıyla başlayan etkinlik, tanıklık ettiği onlarca direnişin ardından bu sene de devam eden örgütlenmeler ve aktif direnişler, İliç katliamı, Mor Liste deneyimi ve Filistin Direnişi gibi çeşitli gündemleri konu edindi. İki oturumdan oluşan etkinliğin ilk gününde “Aktif Direnişler ve Süren Örgütlenmeler” başlığı altında sendikalardan temsilciler ve emekçiler ağırlanırken, ikinci gün “Emeğin Mevcut Durumu” başlığı altında işçi sınıfı eylemlerinin genel bir analizinin ardından kadın işçilerin durumunu ve Filistin Direnişi konuşuldu.16 Mayıs Perşembe günkü “Aktif Direnişler ve Süren Örgütlenmeler” başlıklı oturumda DİSK Genel-İş Anadolu Yakası 1 No’lu Şubeden Nazan Gevher Çam Ay, Bağımsız Maden-İş’ten Mert Batur ve TÜMTİS’ten Sedat Durel konuşmacı olarak yer aldılar.

DİSK Genel-İş’ten Nazan Gevher Çam Ay, Kadıköy Belediyesi’nde çalışan taşeron işçilerin 2018’de 696 sayılı KHK sonrası sendikalaşma süreçlerinden bahsetti. Söz konusu kararname ile büyük hak kayıpları yaşayan kadın işçilerin sendika çatısı altında hak ve eşitlik taleplerini dile getirebilmek, sendikadaki erkek egemen temsiliyetini aşmak ve toplumsal cinsiyet eşitliği yönünde bir adım atmak amacıyla 8 Aralık 2019’daki olağanüstü seçime sadece kadın adaylardan oluşan Mor Liste ile girdiklerini aktardı. Sonraki süreçte Mor Liste’nin toplu iş sözleşmelerinde belediye işçilerine ücretsiz kreş, babalık ve doğum izninin uzatılması gibi haklara ek olarak mobbing kurulu ve disiplin kurulunda kadın üye sayısının artırılmasına dair toplumsal cinsiyet eşitliği yönündeki önemli kazanımlarından bahsetti.

Ardından Bağımsız Maden-İş sendikası avukatı ve örgütlenme uzmanı olan Mert Batur, Soma faciasının yıldönümünün birkaç gün sonrasına denk gelen etkinlikte, katliamın sorumlusu olan kapitalist şirketlerin kâr hırsıyla görmezden geldiği iş sağlığı protokollerini ve mahkemede denetim mevzuatı bahaneleriyle sorumluluktan nasıl kaçtıklarını anlattı. Bugün benzer bir sahne ile karşı karşıya olduğumuz İliç’te de, katliamın yaşandığı Anagold Madencilik’te patronlarla işbirliği yapan Türkiye Maden-İş sendikasının işçiler tarafından nasıl bir tepkiye maruz kaldığını ve Bağımsız Maden-İş’in böylece İliç’te nasıl örgütlendiğini aktardı. Ayrıca nüfusu sadece 10 bin civarında olduğu ve bunun da büyük çoğunluğunu maden işçilerinin oluşturduğu ilçede, altın madeni işletilmesiyle hayvancılık ve diğer geçim kaynaklarının ortadan kalktığını ve işçilerin siyanürlü toprakta çalışmak zorunda kaldığını da belirtti.

Son olarak TÜMTİS Uluslararası İlişkiler Uzmanı Sedat Durel, taşımacılık işçilerinin örgütlenme süreçlerinden ve bu süreçlerin istisnai niteliğinden bahsetti. Sayısı 1 milyonu aşan işçinin çalıştığı taşımacılık işkolunda TÜMTİS’in 15 bine dayanan üyesi olduğundan ve sektörün en önemli zorluğunun örgütlendikleri kargo alanında genel olarak “kargoda sendika olmaz” algısı olduğundan bahsetti. Sendikanın buna karşı bir dizi çabanın ardından ilk olarak Amerikan menşeili UPS’te örgütlenmeye başladığını, 2010’da başlayan ve tam 272 gün süren UPS direnişinin ardından toplu sözleşme hakkını elde ettiğini ve ardından gelen DHL, Aras Kargo örgütlenme ve direniş süreçlerini aktardı. Ayrıca şu anda MNG Kargo’da örgütlenen sendikanın, diğer pek çok sektörün aksine birbirleriyle minimum etkileşimi olan taşımacılık işçilerini örgütlemekte yaşadığı zorluklara da değindi.

Bu şekilde tamamlanan ilk oturumun ardından soru-cevap bölümüne geçildi. Bu oturumda Türkiye’deki sendikal mücadelenin zayıflıkları, esnaf kuryelerin koşulları ve toplu sözleşmelerde dile getirilmesinin hayati öneme sahip olduğu bazı talepler tartışıldı.

17 Mayıs Cuma günü yapılan ikinci oturumda “Emeğin Mevcut Durumu” başlığı altında Emek Çalışmaları Topluluğu’ndan Deniz Sert, Kadın İşçi yayınından Bahar Gök ve BDS Türkiye etkinliğe konuk oldu.

Deniz Sert, Emek Çalışmaları Topluluğu’nun 2022 yılı için hazırladığı İşçi Sınıfı Eylemleri Raporu’nu tanıttı. Öncelikle uluslararası kamuoyunda bu alanla ilgili kabul edilmiş kavram ve kavramsallaştırmaları paylaştı. Ardından Covid-19 sonrasında hızla yeniden yükselen işçi eylemlerinin sayısı, sektörel dağılımı, eylem sebepleri ve eylemcilerin cinsiyete göre dağılımı gibi pek çok veriyi sundu. 2022 yılının işçi sınıfı eylemleri bağlamında istisnai bir nitelik taşıdığını, aylık ortalama 85 eylemle rekor bir sayıya ulaştığını ve bu yükselişin başlıca sebebinin de enflasyon ile birlikte artan emeğin değersizleşme süreci olduğunu vurguladı.

Devamında, “Kadın emeği neden görünür değil?” sorusuyla yola çıkan ve kadın işçilerin sesini duyurmak için kurulmuş bir platform olan Kadın İşçi’den Bahar Gök, kadın mücadelesinin neden görünür olmadığı sorusu üzerine yoğunlaştı. İlk olarak bir eylemin kadın eylemi olarak tanımlanması için sömürünün hangi cinsiyetin emeğine yoğunlaştığı sorusunu merkeze aldıklarından bahsetti ve başını kadınların çektiği direnişlerden söz etti. Ardından kadınlara uygulanan mobbingden, asgari ücretin kadın ücreti olarak görülmesinden, kadınların düşük ücrete tabi tutulduklarından, görev tanımı olmaksızın çalıştırıldıklarından ve sıkça fazla mesai yapmak zorunda bırakıldıklarından bahsetti. Son olarak kadınların sadece politik talepler etrafında dile getirildiğine ve işçi güvenliği, sigortasızlık, uzun mesailer ve düşük ücret gibi sorunlarının görmezden gelindiğine değinerek eşit işe eşit ücret sloganı yerine eşdeğer işe eşit ücret şiarını öne çıkardı.

Oturumun son sunumunda BDS Türkiye, Filistin Direnişi ve emek hareketi bağlamında direnişin tarihini Filistinli emekçilerin perspektifinden aktardı. Filistin’de Osmanlı döneminde demiryolu inşaatları ile başlayan ilk işçi toplaşmalarından, İngiliz mandası dönemindeki fabrikalaşma sürecinden ve 1936-38 yılları arasında artan Filistin ulusal işçi grevlerinde dile getirilen taleplerden bahsetti. Bu taleplerin Siyonist göçün durdurulması, Siyonist sermayenin sömürüsünün engellenmesi ve toprak işgalinin durdurulması maddeleri etrafında şekillendiğini ifade etti. Bu tarihten sonra Siyonist sermayenin grev kırıcı taktiklerinden ve İkinci İntifada’dan sonra Siyonist sermayenin Filistin işçi sınıfından vazgeçip işçi ithal etmeye başladığından söz etti. Son olarak Filistin’de toplumsal mücadelenin ulusal mücadele ile iç içe geçmiş olduğunu belirterek Filistin Direnişi için işçi sınıfının direnişinin ne denli büyük bir öneme sahip olduğunu vurguladı.

İkinci oturumun ardından soru-cevap bölümüne geçildi. Bu bölümde 2022 işçi eylemlerinde ve genel anlamda işçi direnişlerinde sendikaların -genelde medyaya yansımayan- rolü tartışıldı ve “eşdeğer işe eşit ücret” kavramsallaştırması derinleştirildi.

İki gün boyunca örgütlenme ile grevlerden, kadın emekçilerin mücadelesinden ve Filistin Direnişi’nden bahsedilen 12. Emek Haftası böylece sona erdi. Emek Haftası, emeğin ve emekçilerin gündemini üniversite kampüslerine taşıyarak işçi sınıfı ve öğrenciler arasında bir köprü olmak için çalışmaya devam edecek.

Yorumlar kapalıdır.