Diyelim ki üniversiteyi kazandık

Haziran ayının başında 3 milyonu aşkın öğrenci üniversite sınavına girdi ve büyük bir stres kaynağı olan bu eşiği geride bıraktı. Sınava hazırlanırken geçirilen yıllar gençler için gelecek kaygısının doruk yaptığı, bir kerpetenin iki ucu gibi aile ve okul arasında sıkıştırıldığını ve nefes alamadığını hissettiği bir dönem oluyor. Sınavda hayalini kurduğumuz bölümü kazanıp kazanamayacağımız ise çoğu zaman bireysel yeteneklerimizle değil ailemizin dershanelere/kurslara verecek parasının olup olmadığı, okuldan sonra çalışmak zorunda olup olmadığımız gibi sosyoekonomik imkânlarımızla belirlenen değişkenlere bağlı. En yaratıcı yıllarımızı kendimizi geliştirmek ve yeteneklerimizi keşfetmekle uğraşarak değil, bir sınav optiğinde doğru yuvarlağı işaretlemek üzere koşullandırılıyoruz. İçine fırlatıldığımız bir yarışta kaybettiğimiz yetmiyormuş gibi dönüp baktığımızda görüyoruz ki yarış baştan hileliymiş!

Kendi evimize çıkmak, daha özgür bir hayat kurabilmek, hayalimizdeki mesleğin eğitimini almak için iple çektiğimiz üniversite ise bizi dizilerde ve filmlerde gördüklerimizden farklı bir biçimde karşılıyor. Kampüslerden içeri adım attığımızda bizi nitelikli bir eğitimin, özgür tartışmaların ve sosyal imkânların beklediği bir “kurtarılmış alan” değil, her yönüyle piyasa ilişkilerine açılmaya çalışılan, eğitimin ticarileştiği, bilimsel üretimin sermayenin teknik ihtiyaçlarının karşılanmasına indirgendiği yavan bir ortam buluyoruz. Bu üniversitelerde bize öğütlenen, potansiyelimizi keşfedip yaşadığımız topluma nasıl fayda sağlayacağımızı bulmak yerine iyi bir CV’ye sahip olmak, sertifika programlarını ve kölece koşullarda çalıştırılacağımız staj faaliyetlerini kovalamak. Bir öğrenci evine çıkacak imkânımız yoksa kendimizi ihmaller ve “kazalarla” yaşamlarımızın tehdit altında olduğu, keyfi ve ahlakçı uygulamaların dayatıldığı yurtlarda buluyoruz. Ülkenin ezici çoğunluğunun olduğu gibi ekonomik krizin ve Şimşek programının yarattığı sonuçların altında kıvranan bir işçi ailesinden geliyorsak bunların üzerine bir de okuyabilmek için güvencesiz işlerde çalışmak ekleniyor.

Bu karanlık tabloya rağmen kurtuluşun başımızı eğip diş sıkmakta ya da başka bir ülkeye göç etmekte olmadığını biliyoruz. Bu bozuk sistemin değişmesi için mücadeleye atılmak tek çıkış yolumuz. Hayatımızı rekabet ve kriz kıskacında avcuna almaya çalışan rejime karşı emekçi öğrencilerin taleplerinde birleşelim: Parasız eğitim istiyoruz! Aileleri emekçi olan öğrencilere burs ve ücretsiz yurt! Kapitalizmin eşitsiz koşullarında rekabet etmeyeceğiz; üniversiteye sınavsız giriş hakkı! Demokratik haklarımızdan elinizi çekin! Üniversitelerde protesto ve ifade özgürlüğü önündeki engeller kaldırılsın!

Yorumlar kapalıdır.