Polonez işçileri: “İşe iademizi ve sendikal haklarımızı istiyoruz, bizim mücadelemiz bu”

Tekgıda-İş sendikasında örgütlendikleri için işten atılmalarının ardından hakları ve işe geri alınmaları için kararlı mücadelelerini sürdüren Polonez işçileriyle direniş ziyaretlerimiz esnasında gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi paylaşıyoruz.

Not: Söyleşide işçilerin gerçek isimleri kullanılmamış; Ali, Ayşe, Burak ve Elif müstear isimlerine yer verilmiştir.

Gazete Nisan: Merhaba, öncelikle sürecin nasıl başladığını ve şu anki durumu okurlarımız için özetleyebilir misiniz?

Ayşe: Biz zaten bir şeyler yapmak gerektiğini düşünüyorduk, sebebi de geçimsizlik… Aldığımız maaşlar, vergi kesintileri, prim yok. Bu sebepten sendikada örgütlenmeye başladık. Bir gecede örgütlendik ama ertesi gün işten çıkarıldık. Buradayız. Onlar da (patron) ne yapacaklarını bilmiyor şu an aslında…

Gazete Nisan: Polonez’deki çalışma koşullarını ve üretim sürecini de anlatır mısınız?

Burak: Burada hem kırmızı et hem beyaz et üretimi yapılıyor. Salam, sucuk, sosis… Perakende satış firmalarına, işte Migros’a, A101’e, Carrefour’a ürünler veriyoruz. Ayrıca Dominos gibi firmalara, Dardanel’e ürünler veriyoruz. Aşağı yukarı günlük 30 tona yakın ürün çıkıyor. Örgütlenmemizin sebeplerinden birisi de yoğun iş temposu. Bizden istenen tonajın ay sonuna kadar yetiştirilmesi için her ay yapılan iş baskısı… Fason personelin aramıza sokulması ve onların maaşının, yevmiyesinin fazla tutulması bizim kendi aramızda dayanışmamızın daha güçlü olmasını sağladı.

Ama işten çıkarıldık. Bazı arkadaşlar 46. maddeden çıkarıldı, bazı arkadaşlar 4. maddeden çıkarıldı küçülmeye gidiyoruz denilerek. Küçülmeye giden firma aynı gece 150 kişiyi işe almış… Mücadelemiz bu şekilde devam ediyor. Yılmak yok, yola devam.

Üzerimizdeki bu sendika önlükleri ancak biz fabrikaya girdiğimizde üzerimizden çıkarılacak; mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz.

Gazete Nisan: Buradaki ses perdesi (mücadeledeki işçilerin sesini kısmak için işveren tarafından fabrika çevresine yerleştirilen ses sistemi) ne zaman yapıldı?

Burak: Eylemi ilk başlattığımız cuma günü herhangi bir önlem almamışlardı. İçerideki personelle diyaloğumuz oluyordu, görüşebiliyorduk. Cumartesi-pazar izinli sayıldılar, hiç yapmadıkları bir şeyi yaptılar. Cumartesi de bu tedbirleri aldılar. Kapılara yeşil çitler eklediler, ses perdesi oluşturdular. İçeriyle diyaloğumuzu kesmeye çalışıyorlar. Ben şunu söylüyorum; üzerimizdeki bu önlükler, sendika önlükleri ancak biz fabrikaya girdiğimizde üzerimizden çıkarılacak. Onun dışında mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz.

Gazete Nisan: Eşleriniz, aileniz bu mücadelenize nasıl bakıyorlar? Destekliyorlar mı?

Elif: Destekliyorlar. Desteklemezse burada olamam çünkü 3 tane çocuğum var benim evde sonuçta… İşi gücü bıraktık, evleri bıraktık.

Ali: Sabah 5’te buraya geliyoruz. 11’de ikinci vardiya var burada. 3. vardiyayı iptal ettiler, 3 vardiya vardı normalde. Saat 11’de ikinci vardiya çıkana kadar buradayız, çünkü arkadaşlarımız buradaysa biz de burada olmak zorundayız diye düşünüyoruz. Bu süreçte tabii eşimizden de çocuklarımızdan da bir süre uzak kalmayı göze alacağız yani. Bu süreci böyle en kısa sürede atlatacağımıza inanıyoruz.

Gazete Nisan: İşten atılmadan önce çalışma temponuz nasıldı?

Ali: Günlük 30 ton, aylık 850 ton bizden her ay tonaj isteniyordu. Biz de o günlük 30 tonu çoğu zaman gün içerisinde yetiştiremiyorduk. Onun için sıkı bir iş yoğunluğu vardı, baskı vardı.

Gazete Nisan: Temmuz zammı gündemi de sizi etkiledi mi? Zammın yapılmayacağı açıklandı ama enflasyon da bir yandan yükseliyor…

Ali: Hayır, bizim burada zam olayıyla ilgili bir şey yok. Şu an verdiğimiz mücadele parayla ilgili değil. Şu an para bizim için ikinci planda. Şu an onur mücadelesi veriyoruz. Şimdi önümüze, her bir arkadaşımızın önüne çok yüksek meblağlar bile teklif edilse bu onurlu duruşumuzdan vazgeçmeyeceğimize inanıyorum. Onun için bu direnişin sonuna kadar devam edeceğine inanıyorum. Arkadaşlarım için de herhalde öyledir yani.

Ayşe: O kısma sonradan bakacağız. Hele şunu bir kazanalım Allah’ın izniyle inşallah.

Gazete Nisan: Sendikalaşma süreciniz nasıl başladı, o süreci de biraz detaylandırabilir misiniz?

Ali: Ben bu fabrikada 17 yıldır çalışıyorum. Fabrikanın bana verdiği vardiya amirliği sorumluluğunu yapıyorum. Şu an burada bulunan kadın personellerin vardiya amiri benim. Fabrikada 17 yıldır çeşitli belgelere sahibim: hijyenik eğitim uzmanlığı, iş güvenliği uzmanlığı, ilkyardım eğitim uzmanlığı, forklift ustası, vardiya ustası… 5-6 tane sertifikam var aynı zamanda. Son zamanda ücret düşüklüğünün devam etmesi ve tonaj hırsı yüzünden (işyeri yönetiminin aylık bir tonaj kotasına ulaşmamız gerektiğini söyleyerek vardiya sürelerini uzatması, pazar günü mesailerinin sürekli hale gelmesi) insanlarda bir yılgınlık, bıkkınlık oldu. Doğrusu ben de artık bu bıkkınlığın psikolojisini üstümde hissetmeye başladım. Bu sendikalaşma süreci böyle başladı: Hakkımızı, hakkımız olanı almak için; bu baskıyı daha aza, minimuma indirmek için sendikaya üye olalım dedik. Bu şekilde başladı. İlk etapta 75-80 kişiyle başladık. İşte yanlış bir sendikaya gittik süreç dahilinde. Yetkisi olmayan -ismini vermeyeceğim- bir sendikayla başladık. Daha sonra benim işlerim olduğu için, ablam da memlekette rahatsız olduğu için ben memlekete gittim. Sonraki süreçte memleketimde bana sendikalı olduğum için işten çıkarıldığıma dair noter kâğıtları geldi.

Süreç böyle başladı, 75 kişiyle başladık. Yoğunduk yani; 1-2 kişi değil 75 kişiydik çünkü yılgınlık, bıkkınlık vardı. Daha sonra izin dönüşünde burada Yunus Bey’le, Tekgıda-İş sendikası temsilcileriyle tanıştık. Süreci bu şekilde başlattık. İçeriden bize destekçi olan arkadaşlarımıza baskılar yapıldı. Perşembe günü alanda biz eylemlerimize başladık, cuma günü eylemimize devam ettik, cumartesi-pazar tatil yapıldı. Cumartesi-pazar tatil sürecinde içeride video isteme, sesli kamera isteme falan uygulanmış. İnsanların birbirleriyle diyalogları kesilmiş, birbirleriyle diyalogları engellenmiş. Bunun için içerideki arkadaşlar protestolarını dile getirmek için ve bize olan desteklerini sürdürmek için bize dışardan destek oldular. Sürekli dışarıda diyaloglarımız işte bu vücut diliyle, sevgi gösterileriyle devam etti. Bu gösterilerde bulunan arkadaşlarımızın da peyderpey işine son verildi. 50 kişi, 60 kişi şeklinde…

Kendilerine bir kısa mesajla, hiçbir açıklama yapılmadan 46. maddeden iş akitlerine son verildiği söylendi. Ben 4. maddeden çıkarıldım, “küçülmeye gidiyoruz” diye çıkardılar ama 1-2 gün sonra işyerine 100’e yakın taşeron işçi ve merkezde çalışanlar, masa başında oturup da hijyenden, iş güvenliğinden haberi olmayan insanlar getirildi. İçeride çalışan taşeron işçilerin de aynı şekilde hijyenle, iş güvenliğiyle hiçbir alakaları yok. Daha önce de bizimle beraber çalışmışlardı, biz dikkat ediyorduk. Onları mümkün olduğunca açık ürüne vermemeye, sadece kolilemeye vermeye çalışıyorduk. Ama duyduğum kadarıyla açık üründe, yani bizim bile hijyen eğitimi almamıza rağmen titizlikle önem verdiğimiz açık üründe hiç hijyen olmadan çalışıyorlar şu an. Süreç dahilinde bu taşeron işçilerin işyerine girmemesi için gayret ettik, mücadele ettik çünkü insan sağlığı bizim için önemliydi her şeyden önce. Ama eylemlerimize emniyet güçlerinden arkadaşlar tarafından biber gazıyla ve kalkanlarla müdahale edildi.

İşe iademizi istiyoruz çünkü haksız bir şekilde işten kovulduk. İkincisi de sendikal haklarımızın iadesini talep ediyoruz. Bizim mücadelemiz bu.

Gazete Nisan: Siz işten atıldıktan sonra patron fason üretimle grev kırıcılık yapmaya çalıştı. Siz de engel olmaya çalıştınız en doğal hakkınız olarak, orada da sizin direnişinize karşı polis saldırısı gerçekleşti ve Kaymakamlığa yürüyüş yaptınız. O süreci ve sonrasındaki durumu anlatabilir misiniz?

Ali: Pazar günü fabrikada iş olmaması nedeniyle, biz de yorgunluğumuz nedeniyle direniş alanını terk ettik o gün. Ama öğle saatlerinde buraya geldiğimde direniş alanının polis tarafından kapatıldığını gördük. Sonuçta bizim yasal olarak direniş alanımız fabrikanın önü ama buraya geldiğimizde bize müdahale edildi polis tarafından, darp edildik. Özellikle Yunus Başkan’ın yerde yatarken darp edildiğine ben gözlerimle şahit oldum. Kendileriyle münakaşaya girdik, bizi de zorla darp ederek dışarı attılar, direniş alanının dışına ittiler. Biz de bu durum karşısında işten atılan arkadaşların burada toplanmasıyla birlikte Kaymakamlığa yürümeye karar verdik. Sonuçta direniş alanımız emniyet güçleri tarafından bizim yaka paça dışarı atılmamızla ele geçirildi. Mücadelemizi Kaymakamlığın önünde sürdürdük, orada Kaymakamlık önünde oturma eylemi gerçekleştirdik. Kaymakam Bey 10 kişiyi temsilci olarak seçti ve içeride bize yaptığımızın yasal olmadığını söyledi. Yasal olmadığını biz de biliyoruz ama bizim sonuçta yasal olmayan bir biçimde direniş alanımızın dışına itilmemiz, arbede ile yaka paça bir şekilde dışarı atılmamız söz konusu. Yasal olmayan bir şeyi onlar başlattı çünkü sonuçta bizi dışarı atarak direniş alanımızı zorla ele geçirdiler. Kaymakam Bey orada sözler verdi, davayı kendi takip edeceğini söyledi. Bizi işe almak için gayret edeceğini, işimize iade edilmemiz için gayret edeceğini söyledi. İşte bu şekilde Çalışma Bakanlığından müfettişler geldi. Şu an direniş alanımız gördüğünüz gibi polis nezaretinde… TOMA’larla, çevik kuvvetle çok sıkı bir gözetim altında tutularak, baskı altında direnişimizi gerçekleştiriyoruz. Az önce söylediğim gibi Çalışma Bakanlığından memur arkadaşlar tutanakla ifadelerimizi aldılar. İçeride yaşadıklarımız, sürecin nasıl geliştiği hakkında bilgilerimizi verdik. Şu an burada iki şey istiyoruz. İşe iademizi istiyoruz çünkü haksız bir şekilde işten kovulduk. İkincisi de sendikal haklarımızın bize iadesini talep ediyoruz. Bizim mücadelemiz bu.

Gazete Nisan: Peki şu an fabrikanın içinde durum nasıl? Hâlâ fabrika içerisinde sendika üyesi işçiler var mı, varsa onlara yönelik baskılar ne durumda? Fason üretimle bir tür grev kırıcılık gerçekleştiriliyor. Fason üretimde halk sağlığı için de tehdit yaratan bir durum söz konusu. İçerideki durumu biraz anlatabilir misiniz?

Ali: Şunu özellikle söylüyorum: İçeride gıda mühendisi arkadaşlar var, iş güvenliği uzmanı arkadaşlar var. Bunlar mesleğine inanmışsa, şayet “Biz mesleğimizi yapıyoruz, bu iş için yemin ettik” diyorlarsa ben onların istifalarını talep ediyorum. Çünkü içeride -bizi destekleyen arkadaşlarımızın söylediğini söylüyorum- hijyen adına hiçbir şey yok. İş güvenliği adına hiçbir şey yok. Şu an insan sağlığının riske atıldığını düşünüyorum; çünkü aynı zamanda Türkiye’nin önde gelen perakende firmalarında ürünlerimiz satılıyor. A101, Şok, BİM, Carrefour, Metro, Migros gibi bütün önde gelen perakende firmalarında ürünlerimiz satılıyor. Ama hijyenik bir ürün üretilmediğini ben buradan söylemek istiyorum. Bir süre en azından, yani bizim hakkımızın iade edilip içeri gireceğimiz sürece kadar ürünlerin tüketilmesinin ben hiç de sağlıklı olduğunu düşünmüyorum. İçeride tabii ki grev kırıcı olarak getirdikleri taşeron işçiler ve daha 1-2 aylık tecrübesiz işçiler var sadece. Bunlar da hijyeni bilmez, iş güvenliğini bilmez çünkü bu eğitimleri aynı zamanda bizler uygulamalı veriyoruz. Tamam yukarıda mühendis arkadaşlar bunları sürekli, periyodik bir şekilde veriyor ama uygulamayı yaptıran yine bizleriz, takibini yapan bizleriz. Şu an takip yapılmıyor. Aşağıda hijyen eğitimi, hijyen hakkında; iş güvenliği hakkında hiçbir takip yapılmıyor. Bunlar gerçekten halk sağlığını riske atacak şeyler. Bunu tekrarlıyorum. En azından bizler iş başına geçene kadar bu markadan ürün alıp tüketilmesini tavsiye etmiyorum.

Bütün işçileri başlattığımız bu direnişe davet ediyorum. Haklarını istesinler, haklarını alsınlar, sendikal harekete değer versinler, sendikalı bir şekilde yürüsünler.

Gazete Nisan: Mücadeleniz çok önemli, bugün hemen hemen bütün işçilerin sorusu aslında bu ekonomik krizden nasıl çıkılabileceği… Bu açıdan sizin de mücadeleniz zam, ücretlerin yükseltilmesi, ekonomik ve sosyal hakların geliştirilmesi noktasında ne yapılacağına dair önemli bir gösterge haline geldi. Bu noktada ne düşünüyorsunuz? Buradaki arkadaşlar direniş öncesinde nasıl düşünüyorlardı, direnişle birlikte nasıl düşünmeye başladılar? Buna dair gözlemlerinizi belki aktarabilirsiniz.

Ali: Şimdi öyle bir dönem olmuş ki herkes kendi hakkını almak istiyor. Biz de asgari ücreti beklemeden kendi hakkımızı almak istedik çünkü sonuçta almıyoruz ve talep eden kişi olmak istiyoruz. Yani biz istediğimizi almak istiyoruz. Biz birilerine minnet etmek istemiyoruz, “Alın bu sizindir” densin istemiyoruz. O masanın başında, o sözleşmeyle birlikte hakkını alan kişi olmak istiyoruz ki bu daha kıymetli olacaktır. Alan kişi olunca hakkını isteyeceksindir ama veren kişi hiçbir zaman senin hakkın olanı vermeyecektir, bunun düşüncesindeyim. Onun için bütün işçileri başlattığımız bu direnişe davet ediyorum. Haklarını istesinler, haklarını alsınlar, sendikal harekete değer versinler, sendikalı bir şekilde yürüsünler. Alan taraf, hakkını isteyen taraf olalım yani. Patronun verdiklerine riayet etmeyelim, hakkımız olanı isteyelim. Buradaki personelimizin de istediği bu zaten. Dediğim gibi, baştan da söyledim, burada aşağı-yukarı 130 kadın personelimiz var. Hayatın nasıl zorluklar içerisinde yaşandığını en iyi onlar bilir. Çünkü biz erkekler olarak doğru dürüst belki markete bile gitmiyoruz, fiyatları bile bilmiyoruz. En iyi bilen onlardır yani. Hayatın zorluğunu; hayatın, fiyatların nasıl şekilde yükseldiğini en iyi bilen onlardır. Onlar şu an hayatın zorluğunu yaşadıkları için bizden daha önde, daha sıkı sıkı birbirlerine sarılarak mücadele ediyorlar.

Gazete Nisan: Çok teşekkür ediyoruz. Bu haklı ve meşru mücadelenizde yanınızdayız! Burada olmaya ve süreci okurlarımıza aktarmaya devam edeceğiz.

Yorumlar kapalıdır.