Buzu kırıp yolu açmak ellerimizdedir

AKP-MHP ittifakı baskıcı, gerici ve emek düşmanı bir Tek Adam rejimini tüm boyutlarıyla kurmak ve kalıcılaştırmak çabası ile girdiği yolda hayli mesafe kat etti ancak meşruiyetini de önemli ölçüde yitirdi.

Bu meşruiyet yitiminin iki boyutu olduğunu söyleyebiliriz. İlki, AYM kararlarının fiilen askıya alınmasında somutlaştığı üzere iktidarın yönetebilmek için kendi hukuku çerçevesine dahi sığmayan bir işleyişi sürdürmek zorunda kalmasıdır. İkincisi ise rejimin yol açtığı ekonomik, sosyal ve siyasi krizin derinleşerek sürmesinin kitlelerde yarattığı hoşnutsuzluktur.

Hal böyleyken AKP-MHP ittifakı bir yandan kendi iç çelişkilerini aşmaya çalışıyor, öte yandan ise müstakbel bir seçim zaferini mümkün kılmanın yollarını arıyor. Fakat masada eskisi kadar çok seçenek yok. Şimşek eliyle uygulanan ve emekçilerin hayatını cehenneme çeviren IMF programından geri adım atmanın koşulları mevcut değil. Bu durumda geriye sopa ve yalan kalıyor.

Sendikal örgütlenme hakları gasp edilmek istenirken buna direnen işçiler, ulusal demokratik taleplerini savunmaktan vazgeçmeyen Kürtler, meydanların kendilerine yasaklanmasını kabul etmeyen kadınlar, gençler ve hatta sıradan bir sokak röportajında içinden geldiği gibi konuşmaktan sakınmayacak “sade vatandaş” hayli zamandır sopanın hedefinde.

Fazlasıyla basitleştirerek “yalan” olarak adlandırdığım şey ise sermaye sınıfının güncel ihtiyaçları ile uyumlu, aşırı sağın küresel ölçekte kullandığı söylemlerle paralellik gösteren, AKP-MHP’nin kendi tarihsel, ideolojik referanslarından da beslenen bir dizi siyasi saldırıya işaret ediyor.

Kazanılmış hakları hedef alan bu saldırılara, onlara zemin hazırlamak ve taraftar devşirmek için iktidar merkezinden kumanda edilen sistematik dezenformasyon eşlik ediyor. Haklarına göz dikilen toplumsal kesimler hedefe konularak, kriminalize edilerek, talepleri tersyüz edilerek toplumun geri kalanı nezdinde düşman olarak görülmeleri için devlet kurumlarından sosyal medya trollerine dek uzanan geniş bir görevliler ordusu eliyle kampanyalar icra ediliyor.

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme süreci de, sokak hayvanlarının katline yolu açan yasanın kabulüne varan süreç de böyle örgütlendi. Uzunca süredir aileyi koruma bahanesi ile kamu spotlarının nefret mitinglerinin tanıtımına tahsis edildiği, devlet katının lgbti+ düşmanlığının kürsüsüne çevrildiği karanlık bir tünelden geçmiyor muyuz?

Bunlar tek sefere mahsus çıkışlar değil; kapitalizmi, patriyarkayı, şovenizmi, ırkçılığı tahkim ederek yeniden üretmeye yarayan, süreklilik arz eden bir saldırının art arda gelen dalgaları. Bu dalgalar ile sömürü ve baskının dayanakları güçlendirilirken, aynı zamanda kendi çıkarlarına yabancılaştırılabildikleri ölçüde toplumun bazı kesimlerinin de rızası devşiriliyor ve öznellikleri eskisinden daha geri bir siyasal zeminde yeniden imal ediliyor.

Bu kaotik görünümlü politik süreçlerin arkasında, sermayenin ivmelenerek birikimini ve toplumsal yeniden üretimini mümkün kılma zorunluluğu var. Çoğunluğu işçi, emekçi olan toplumu hem de ağır sömürü koşulları içinde yönetilebilmek için onu bölebilecekleri kadar bölmeye ve birbirlerine düşman etmeye mecburlar.

Bizler ise işçiler, emekçiler, cümle ezilenler olarak mücadelelerimizi birleştirmemizi mümkün kılacak; sendikaları, sosyalistleri, emekten yana olan tüm güçleri bir araya getirecek bir emek ittifakını kurmaya mecburuz.

Ne kapitalizmle ne de Tek Adam rejimiyle derdi olan CHP ile kurulacak açık/gizli ittifaklar veya genel bir demokrasi söylemi etrafında bir araya gelmekle yetindiğimiz, siyasi kurumlarımızın toplamı olmayı aşamayan, ufku seçimlerle sınırlı birliktelikler bizi kurtaramaz.

Önüne kapitalizmden ve rejimden kopuş hedefli bir mücadele programını koyacak, iktidarın hayatlarımızı kuşatan saldırılarına karşı hayatın içerisindeki siyasal mücadeleyi örgütleyecek, milyonların edilgen seçmenler olmaktan çıkıp sömürüye ve baskıya karşı seferberlikler içinde özneleşebilmesi için yolu açacak bir buzkıran inşa etmeliyiz.

Yorumlar kapalıdır.