Siyonizmin çöküş ihtimali arttıkça vahşi saldırıları katlanarak büyüyor
Geçen ay ateşkes görüşmelerinin tıkanmasıyla birlikte Siyonist rejimin pervasız saldırganlığının giderek artmakta olduğunu ifade etmiştik. Eylül ayının ikinci yarısında Siyonist rejim soykırım, imha ve tehcir üzerine kurulu savaşını Gazze’den Batı Şeria’ya, ardından da Lübnan’a taşımış durumda. Gazze’de 42 bine yakın Filistinliyi, Batı Şeria’da 800’e yakın insanı katleden Siyonizm, 100 binin üzerinde Filistinliyi yaraladı ve 2 milyona yakın insanı yerinden etti. İsrail, Lübnan’daki katliamlarında ise 2 bine yakın insanı öldürdü ve binlerce yaralı söz konusu. Ayrıca 100 binlerce Lübnanlı yerinden edildi.
Bugünü ele almadan önce, geçtiğimiz yıl boyunca yaşananların başlangıcı olan 7 Ekim 2023 tarihini anmak gerekiyor. Filistin direniş örgütlerince gerçekleştirilen El Aksa Tufanı, Filistin davasının büyük ölçüde prestijini yitirdiği, dünya halkları nezdinde seferber edici rolünün kaybolmaya yüz tuttuğu bir dönemde gerçekleşti. El Aksa Tufanı, emperyalizm destekli yerleşimci sömürgeciliğe karşı Filistin halkının tarihsel hakları için gerçekleştirilmiş meşru bir askeri harekât olarak karakterize edilmeli. Çünkü 7 Ekim tarihiyle özdeşleşen harekât, İsrail’in etnik temizlik projesine, katliamlarına ve ırkçı programına karşı verilmiş yanıttı. Savaşların sonuçları itibarıyla istenmeyecek bir hadise olduğu gerçeğini reddetmiyoruz. Fakat bu savaşı yaratan Filistin direniş örgütleri değil; Filistinlileri 76 yıldır topraklarından sistematik bir şekilde tehcir eden, onları katleden ve yeraltı-yerüstü kaynaklarına el koyan korsan devlet İsrail’dir. Tek ve birleşik bir Filistin yoksa kalıcı bir barışın tesisi de mümkün değildir. Dolayısıyla 7 Ekim de bütünüyle meşrudur ve Filistin direnişi koşulsuz bir şekilde -askeri olarak- desteklenmelidir. Filistin’deki savaşın sona erdirilmesinin ve kalıcı barışın yolu daha fazla 7 Ekim’den, daha fazla Filistin seferberliğinden geçmektedir.
Nehirden denize özgür Filistin
7 Ekim’e dair gerçekleştirilen onca karalama çabasına karşın El Aksa Tufanı, sonuçları itibarıyla yalnızca Filistin’de değil, dünya ölçeğinde sınıflar mücadelesinin seyrinde de bir kırılma yarattı. Emperyalizmin ön karakolu Siyonist İsrail’in yenilmezlik imajı yerle yeksan olurken, ABD emperyalizminin krizi daha fazla derinleşti. Ayrıca 7 Ekim’in ardından dünya halklarının bilincinde de önemli bir sıçrama gerçekleşti. Özellikle emperyalist metropollerdeki kitleler Filistin için önemli ölçüde seferber oldu ve olmaya devam ediyor. Yine bu seferberliklere damgasını vuran merkezi sloganın “Nehirden denize özgür Filistin” olması, iki devletli çözümün kitleler tarafından büyük ölçüde reddedildiğini göstermesi açısından önemli bir veri oluşturuyor.
Nazizmin günümüzdeki temsilcisi İsrail, savaşı Lübnan’a taşımaya girişiyor
İsrail, dünya halkları nezdinde Nazizmin günümüzdeki temsilcisi haline geldikçe uluslararası alanda, yani devletler arası sistemde de gittikçe yalnızlaştı. Bu süreç Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararları, Filistin’i tanıyan devletlerin sayısının giderek artması ve enternasyonal boykot hareketinin zaferleriyle ölçülebilir. Bunun dışında geçtiğimiz ay içerisinde işgal devletinde ateşkesin gerçekleşmesi için gerçekleşen genel grev de oldukça önemliydi. Antisiyonist olmamalarına rağmen Netanyahu karşıtı yerleşimcilerin gerçekleştirdiği greve 500 bine yakın kişi katıldı. Grev, Siyonist yargı tarafından siyasi olduğu gerekçesiyle yasaklandı ve sona erdi. Savaş kabinesinin sürekli zayıflaması ve rejimin yerleşimci nüfusu konsolide etmekte yaşadığı güçlük üzerine Netanyahu savaşı Lübnan’a taşımaya ve orayı da Gazzeleştirmeye girişti. 17-18 Eylül tarihlerinde çağrı cihazlarının patlatılması, Güney Lübnan’ın ağır bir şekilde bombalanması ve Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın da öldürülmesi bu sürecin önemli ayaklarıydı. Bu saldırıların ardından Siyonist rejim Hizbullah’ın silahsızlandırılması ve kuzeye çekilmesi hedefiyle bir kara operasyonu başlatacağını duyurdu. Bu saldırganlığın hedefi ise Netanyahu’nun içerideki ateşkes basıncını Hizbullah’ı yok etme vaadiyle zayıflatmak istemesi ve İran’ı savaşa dahil ederek savaşın boyutunu bölgesel düzeye çıkarmak.
Siyonist rejimin askeri-politik hedeflerine -Hamas’ı yok etmek vb.- ulaşamadığı oranda yaşadığı kriz, varoluşunun kırılganlığını açığa vurmaktadır. Bu tabloyu dağıtmak için gerçekleştirilen saldırılarda Hizbullah önderliğinin büyük ölçüde imhasıyla İsrail taktiksel başarılar elde etmiş gibi gözükse de bu durum oldukça kısa sürdü. 2 Ekim’de İran’ın füze saldırısı ve devam eden süreçte kara operasyonunda Hizbullah’ın işgal ordusunu püskürtme kapasitesinin mevcut olduğunu göstermesi atmosferi tamamıyla değiştirdi. İsrail’in İran’a cevabının ne düzeyde olacağı henüz belli değil. Fakat sıkıştığı oranda emperyalizmi Siyonizmin suçlarına ortaklıktan doğrudan suç işlemeye itmeye çalışan İsrail’in bu arayışını sürdüreceğini tahmin etmek güç değil. Bu saldırganlık karşısında Türkiyeli emekçilere düşen görev ise uluslararası boykot hareketinin bir parçası olmak ve işgal devletinin can suyunu kesmek için seferber olmaktır. Dolayısıyla İsrail ile siyasi ve ticari dahil tüm ilişkilerin kesilmesi, başta Kürecik olmak üzere NATO üslerinin kapatılması ve soykırıma giden petrol akışının kesilmesi en acil taleplerimiz olmalıdır.
Yorumlar kapalıdır.